ÖNCEKİ SÖZLER

Dün yaptıklarınızdan pişmanlık duyuyorsanız; bugün aynı hataları tekrar etmeyiniz.

Yarın pişmanlık duymayacağınız şekilde bugünü değerlendiremiyorsanız, cehenneminiz henüz son bulmayacak demektir.

Yer ehli duygularıyla, semâ ehli aklıyla yaşayandır!.

07-08-99

--------------------------------------------------------------------------------

Ya olduğun gibi görün; ya da göründüğün gibi ol" diyen Mevlâna Celâleddin, ikiyüzlülüğün ne kadar yanlış olduğunu idrak ettirmek istemiştir.

İnsanların hakkında başka türlü düşündüğü halde yüzüne başka davranan gönlünde nifak taşımaktadır. Nifaksa şirkten bir cüzdür!

Güvenmediğin insanla aynı mekânda bulunmamak, münafıklıktan çok daha evlâdır.

08-08-99

--------------------------------------------------------------------------------

Babası oğluna bir torba çivi verir ve ona sabrını her kaybettiğinde ceviz sandığının üzerine bir çivi çakmasını söyler. Birinci gün çocuk tam 37 çivi çakar.

Haftalar ilerledikçe çocuk kendini kontrol etmeyi öğrenir ve daha az çivi çakmaya başlar. Ama bu arada çocuk, haftalar ilerledikçe kendini kontrol etmesinin sandığa çivi çakmasından daha kolay oldugunun farkına varır. Her çivi çakılmadığı günün sonunda durumu babasına bildirir.

Bu defa baba oğluna, kendini kontrol ettiği hergünün sonunda sandıktan bir çivi sökmesini ister.

Haftalar geçer ve çocuk hem sabır hem de kendini kontrol etmenin idrakiyle tüm çivileri sökmüş olur ve babasını çağırır. Babası çocuğun elinden tutar ve sandığın yanına götürüp ona şöyle der:

Bak oğlum, çok çalıştın, fakat sandığın üzerindeki tüm deliklere bir bak. Hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaklar. Her sabırsızlığın karşındaki kişinin yufka yüreğinde böyle onulmaz yaralar oluşturur. Ne kadar özür dilersen dile, o yara daima orada duracaktır. Sözlü bir saldırı da en az fiziksel bir saldırı kadar yara verir.

Arkadaşlarımız bizim için mutluluktur, bizi güldürürler, başarı için cesaretlendirirler, bize dikkatli bir kulak sunarlar ve kalplerini bize açmaya her zaman hazırdırlar.

SOKRATES

09-08-99

--------------------------------------------------------------------------------

Yüzmilyonlarca yıllık kâbir âleminizde yalnızca sevenlerinizin dalgalarını alacaksınız, dalkavukların değil.

Parayla satın alamayacaklarınızla olmaya bakın!

Şüphecilik yaşamınızı cehennem ederken; araştırmacılık cennetinizi genişletir.

Allah'a Yâkin elde etmenin yolu gaflet ehliyle dostluktan geçmez!.

Bir gün "TEK"lik kokularıyla sarhoş olup; ikinci gün beşeriyet batağında çırpınmaktan kurtulup; gönlü "TEK"lik seyrinde dâim kılmak gerek!.

A.H

10-08-99

--------------------------------------------------------------------------------

HIRS, verileni değerlendiremeyenin, DAHASINI istemesidir!.

ŞÜKÜR, nimeti veren olarak görmektir! Verenin ardında bir veren düşünmek ise ŞİRK!

NANKÖR, ilmin gereğini yaşamayandır!.

Duygularının ördüğü KOZAdan çıkamayana gâfil derler.

KOZANLA gitmeyi göze alacak kadar mı...... ?

A.H

11-08-99

--------------------------------------------------------------------------------

Gökte Güneş'in tutulması değil; İdrak ve mantık ışığının tutulması insanın geleceğini karartır!.

Güneş tutulmasının da, bu ışık ile bir bağlantısı vardır!

Güneş tutulumunun hemen akabinde gelen bir tür dalgalar, beyinde ŞOK etkisi yaparak, daha sonraki süreç içinde yanlış yorumlar ve mantık hatalarına yol açar!.

Güneş tutulumunu gören bölgede yaşıyorsa, herkes, kendi beyin açılımına GÖRE, bu tesirlerden etkilenir.

Muhakkak ki bu durum Allah'ın yaratmış olduğu mekânizmanın işleyişi ve SİSTEMİN(sünnetullah) sonucudur.

A.H.

12-08-99

--------------------------------------------------------------------------------

Kurân’ı Kerîm, “La ilâhe….” derken; bir takım insanların, kendilerini “İlâhiyâtÇI” olarak nitelemeleri ne düşündürücüdür!.

“İlâhiyât” fakülteleri mi olmalıdır; “DİNİ BİLGİLER” Fakültesi mi?

Türkiye’de ve Dünya’da “ilâhiyâtÇI” olmayan ne kadar “Dinî Bilgiler uzmanı” var acaba?

Herkes kendi lâyığını mı seçer dersiniz?

A.H.

13-08-99

--------------------------------------------------------------------------------

Mukallit söylenenleri ve eskiyi tekrar edendir. Muhakkik söylenmemişleri dile getirendir. Biri eskiyle avunur; biri yeniyi bulur.

Allah sistemini "OKU"yan, sistemin açıklanmamışlarını açıklar; mukallit dünün mecazlarıyla avunur.

Kişinin hâli, ilminin dışa vurmasıdır. Ya ilim doğrudur, hâl de doğrudur; hâl yanlışsa ilim de yanlıştır. Kişi idrâkının sonucunu yaşar. Eğilen testiden içindeki dökülür yalnızca.

İlme göre doğru olan çok zaman sana göre yanlış olabilir.

Hayalinde yarattığı evliyadan arınamayan karşısındaki gerçek "velî"yi inkâr eder!.

Sorun, kendi hayâlinde yarattığın tanrı, peygamber, velî tanımlarından arınamamadadır!.

A.H.

14-08-99

--------------------------------------------------------------------------------

Yanlışa yola açan bakış açısı korunduğu sürece, yanlışın veya hatanın telâfisi mümkün değildir!

Yitirmekten değil, yitirmeden dolayı karşınıza gelecek faturasından endişelenin!.

Şartlanma, duygu veya yanlış değer yargısı nedeniyle ortaya koyduğunuz fiilin uzanacağı sonuçları hesap edemiyorsanız, sıkıntılarınız asla son bulmaz.

Sonuçlarını düşünmeden ve getireceklerini hesaplamadan atılan adımların çoğunlukla telâfisi olmaz!… Çünkü, onlar makas değiştirmeye yol açar!. Sistemde ise geri dönüş imkânsızdır!.

Yazık o kişiye ki, dünyada bırakıp gidecekleri yüzünden, ebedî hayatın getireceği ebedî nimetleri teper!.

Yavru kuş, timsahın, duyguların olmasın!… Sana zarar verecek olanı dışarıda değil, bilincinde ara! Kimse, kendine verdiğin zararı, sana veremez!.

A.H.

16-08-99

--------------------------------------------------------------------------------

Kul azmayınca belâ nâzil olmaz... Allah bizlere hidâyet ihsan buyursun... Kurunun yanında nîce yaşlar da yanıyor!

Birkaç kişinin tamah ve hırsızlığı binlerle insanın yaşamına son verirse... Buna da göz yumulursa, o zaman, "Allah daha beterinden korusun" diye dua etmekten başka çare kalmaz!.

Tüm dostlarıma Allah'tan selâmet ve sıkıntıyı aşmada kolaylık niyaz ederim...

İbret alalım, ıslâh olalım, selâmet bulalım... Beterinden Allah korusun cümlemizi...

A.H.

17-08-99

--------------------------------------------------------------------------------

Dünya yaşamı, senaryoyu Yazanın hükmüdür.

Akıllı insan, olmuşun tartışmasını bırakır; içinde bulunduğu sıkıntıdan çıkmanın çarelerini arar.

Karşınızdakinin hükmünü değiştirtmeye kalkmayınız!. Onunla bunu tartışmayınız dahi!.

O öyle istiyorsa; peki, deyip; kendi yolunuzu yeniden düzenleyiniz!.

Akan sudan ibret alınız… Karşısına kaya çıkınca, yolunu değiştirip ilerlemesine devam eder!.

Herkes, takdirindekine ulaşmak için, gerekeni yapmaktadır…

Nasibi olan, nasibini almak için; nasipsiz olan önündekini tepmek için ne lâzımsa o davranışı ortaya koymaktadır!.

Siz hak bildiğiniz yolda, tek başınıza da kalsanız yolunuza devam ediniz imanınız istikâmetinde!.

İlmi tepen, gafleti seçmiştir!.. Tercihinin sonuçlarını yaşamaya da mahkûmdur!.

A.H

22-08-99

--------------------------------------------------------------------------------

Anlayış özürlüler, kapsamını fark edemedi bu uyarıların:

"Biz hiç bir memleketi uyarıcıları olmadan helâk etmemişizdir... Uyarı=hatırlatma olur; biz zâlimler değiliz..." (Şuara:208-209)

"Biz, Rasul bâ'setmedikçe, azap edici olmadık..." (İsra:15)

Ahmakların, "Nebi" ve "Rasul" kelimelerinin anlamlarını "peygamber" kelimesiyle örttüklerinden beri; çok önemli sır ulaşılmaz derinliklerde kayboldu gitti!.. Bu yüzden de, "uyarılar ve nereden geldikleri" fark edilemez oldu!.

Bâtının, özün, hakikatin, sistemin seslenişi, bir mekân veya kişiyle kayıtlanmaksızın âşikâr olduğunda, "Risâlet" işleviyle karşılaşmıştır o toplum ya da fert!.

“RASUL”ün uyarıcı; uyarıcının, RASUL olduğunu; Allah seslenişine aracılık ettiğini algılayamamışlardır anlayışı kısıtlılar!.

Nübüvvet son bulmuştur ama Risâlet yani “Allah’ın uyarısı” kıyâmete kadar devam eder… Buradaki “Risâletin” anlamı “Nübüvvet” değildir.

Dolayısıyla, Allah uyarısı, o topluma veya ferde, dâima, önceden bir isim veya resim altında ulaşır!. Bu dünyadaki her toplum veya fert için dahi böyledir. Bu uyarıyı önemsemeyenler ise, sonuçlarına çok acı şekilde katlanmak zorundadır!.

“Eğer biz onları, ondan (Rasul uyarısından) önce azab ile helâk etseydik,elbette şöyle derlerdi:

-Rabbimiz keşke bize bir râsul irsâl etseydin de, biz de bu zillet ve rüsvaylığa düşmeden önce, senin yaratmış olduğun sistem ve düzeni dikkate alarak yaşasaydık!” (Ta-Ha:134)

A.H.

23-08-99

--------------------------------------------------------------------------------

RÜŞVET kangreni olmuş bedenler, bir de “memurin muhâkemât” ile ilaçlara karşı dokunulmazlık kazanmışsa…

İnsanlar, hakları olan veya olmayanı RÜŞVET ile alabiliyor; para ya da güç-zor dilediğini yaptırabiliyorsa…

Bu toplumdan yayılan düşünce dalgaları, kara bulutlardaki yıldırımların oluşmasına yol açan dalgaları üreterek; paratonerlik yapıyorlar demektir yeryüzünde!. Doğa ve insan bütündür; sürekli birbirini etkilemektedir!

Dolu inerken, iyi-kötü ayırımı yapmaz tüm bölgeye yağar!.

Batıdaki, depremden alır yaptıklarının karşılığını; doğudaki de başka şeylerden… Herkes ortaya koyduğu fiillerinin sonuçlarını yaşayacaktır!.

Belâ nâzil olduğunda yapılacak iş, sabır; öncesinde ise, alabildiğine tedbirdir!.. Tedbir alabiliyorsan, bu takdirinde olduğu içindir!. “TEVEKKÜL” yazısını okuyunuz, arzu ederseniz “tevekkül” kelimesini klikliyerek.!

Her toplum, kendi seçimi olan başındakilerin, yönetiminin sonuçlarını ve güzelliğini yaşar! Toplum çekirdektir, yönetenleri meyvesi!

A.H.

27-08-99

--------------------------------------------------------------------------------

Dün gitti, asla geri getiremeyeceksin!.

Yarının neler getireceğini ise, hiç bilemezsin!

Yaşadığın an ise, ya sonraki cennetini, ya da cehennemini oluşturuyor!.

Kavgayı bırak, sevmeyi öğren!.

Farz varken, sünnetle kendini aldatma!… Depremzedeler varken, paranı UMRE’ye harcaman vebâldir!.

Karşındakine hizmetin Allah’a kulluk; ona nefretin, Allah’a isyan olduğunu fark etmeye çalış!.

Biz bugün varız, yarın yokuz!… Yarına ne eser bırakıyorsun, yokluğunda, insanların seni anacağı; ve hayır dua edeceği arkandan?

A.H.

NJ-USA

28-08-99

--------------------------------------------------------------------------------

Bahane, gerekçe, vesile ne olursa olsun, 40 bin civarında insan uyudular ve bir daha uyanamadılar!.. Gözlerini açıp tekrar göremediler eşlerini, kardeşlerini, çocuklarını…

Tüm hayâllerini umutlarını yitirmiş bir halde; yepyeni bir dünyada buldular kendilerini bir anda!

Yüzbin insan evsiz malsız mülksüz çırılçıplak ortada kaldı!…

Hayat böylesine acı gerçek ve ibretlerle bize birşeyler anlatmaya kalkarken; hâlâ yarın elimizde olmayacak, hatta belki de geride kalanlara bile yaramayacak şeyleri biriktirmek için tüm zamanlarımızı harcar da; KESİN GİDECEĞİMİZ ortama zaman ayırmak suretiyle hazırlanmazsak; yemin ederim ki orada hiç acıyanımız olmayacaktır!.

Hâlâ yarınların getireceklerini fark edemeyenler, algılayamayanlar, söylenenleri felaket tellallığı olarak niteleyenler; neye meydan okumakta olduklarının idrakında olmadıkları için, ummadıkları bir anda, çok üzüleceklerdir.

A.H.

31-08-99

--------------------------------------------------------------------------------

“Âkil odur ki, başa geleceği görür”!… Demişti bir zamanlar biri…

Bilmiyorum hâlâ görebiliyor mu, başına gelecekleri…

“Rüzgâr esmeye başladığı zaman yağmurun geleceğini anlarsınız değil mi?”; diye sormuştu Hz. İsa, 2000 yıl öncesinde insanlara…

Bilmiyorum, acaba fark edebilmiş mi bu gerçeği insanlar!…

Uyarıcılar her kisvede uyarırken insanları; ahmaklar hâlâ, herşeyin eskiden beri gelmekte olduğu gibi, devam edeceği sanısındalar!. Geminin karaya çıktığını fark etmeden danslarına devam ediyorlar!

Gök kararıyor; yer depreniyor; anlayışı kıtlar, saz çalıyor diyorlar!

Kangrenin ilacı olmadığını bile öğrenmemişler; yalnızca cüzdan ya da sex için yaşayanlar!

Toplum tüm kademeleriyle hakketti fırtınayı… Yanlışlarda ısrarla.. Rüşvetle yaşamayı, ehil olmayanları başına seçmeyi sürdürmekle… Elbette kuru da yanacak yaşın yanında!

Şimdi artık, ağlama sızlanma zamanı değil!.

Başını sokacak emin bir delik; kurtaracağın iman peşinde olmaya bak! Zira tüm âkiller seziyor, ya da görüyor başa gelecekleri!.

Bu gerçeği inkâr edenleri de, koy kendi hâline!… Bulsunlar aradıklarını!..

Olmayacak arkalarından, ağlayanları!.

A.H.

“Kara Bulutlar”

01-09-99

--------------------------------------------------------------------------------

Astroloji, kehânet değildir!.

Planetlerin açıları, geçmiş deneyimler ışığında, yorumlayabilenlerine enteresan bilgiler verebilir. Meselâ, bir depremi oluşturabilecek 7 Eylül 21.30; veya 16 Eylül 15.30 tarihlerindeki açılar sert ve tehlikeli olarak nitelendirilebilir… Ama o sert açı nereyi vurur; ya da şiddeti nedir konusunda fikir vermek mümkün değildir!… Ayrıca bu anlardaki etkileşimin sonuçlarının, aynı anda değil; takip eden birkaç gün içinde açığa çıkacağı da göz ardı edilmemelidir.

Şu gerçek fark edilmelidir ki; düz tepsi dünya üzerinde yaşayan insanlar değiliz; ve evren bizim için, çevremizde dönmüyor! Evrensel bir mekanizma yaratılmış ve o mekanizmaya tâbi olarak yaşıyoruz!. Tanrıyı yargılayan anlayışı kıtlardan olmaktan vazgeçmek gerek!. Kimse kimseyi cezalandırmıyor! Her kişi ve toplum elleriyle yaptıklarının, beyinleriyle ürettiklerinin sonuçlarını yaşıyor yani karşılığını alıyor!.

Kötülüğün manyetizması kötülüğü çeker; onlardan ayrılamayanlar da aynı şeyleri paylaşır!. İyiliğin manyetizması da iyileri çeker; yanlarındaki de aynı şeyi paylaşır.

Haramla (rüşvet), büyümüş neslin belki kendi günahı yoktur; ama bu şu gerçeği değiştirmez; o kişiler farkında olmadan zehirle beslenenin âkıbetine uğrar!. Unutmayın, gökte Tanrı yok, niye diye hesap soracağınız!. Yaratılmış evrenin varoluş sistem ve düzen ve mekânizmasına tâbisiniz!.

A.H.

02-09-99

--------------------------------------------------------------------------------

Zordur dostum olan-bitenden razı olmak… İman ister! Lâfıyla değil, idrakıyla ve hazmıyla iman!…

Kafanda yarattığın ve “ALLAH” ismiyle etiketlediğin tanrına iman, kolaydır… Senin fikrine uygun gelmeyince de olaylar, onu kolaylıkla yargılayabilirsin!…

Ama mercimek kadar aklınla, evrenin “e”sini dahi kavramamışken; evrenin Yaratanını yargılamaya kalkman, senin ancak psikiyatristlerin alanına girdiğini gösterir…

Eğer birazcık gerçekleri görmek, anlamak ve kendi yaşamını ona göre düzenlemek gibi bir arzun varsa, içinde yaşadığın sistemi fark etmeye çalış… Sistemin gereği olan “tedbir”i terkedip; hayâlindeki tanrına bırakısan işini, görürsün sonunu!

Yarın bakarsın, deprem olur; öbürgün sel ya da ayaklanma, isyan!.. Dünyada çeşitli ülkelerde bunlar hep olageliyor!… Ve olup bitenler içinde, nîce kurular da yanıyor yaşlar yanında!

Sen bunlarla kafanı yorup, “dünyalığımı nasıl kurtarırımla” gününü tüketirsen; yarın sana da isabet edecek olan ölüm sonrasında, kendine çok yazık edersin… Acıyanın da olmaz!

Gel bu olanlardan ibret al ve biraz kendine dön!

Uyaranı değil söyleteni fark et!…

İş işten geçmeden!

A.H.

03-09-99

--------------------------------------------------------------------------------

Allah “ismi” ile işaret edileni anlamamış olanların, içinde yaşadıkları düzen ve sistemi anlamış olmaları mümkün değildir!… Bu durumda içinde yaşadıkları günleri, olayları değerlendirmeleri de asla mümkün olmaz!.

İnsanlar, içinde yaşadıkları sistem ve düzeni anlamadıkları için de ne eşlerinin hakkını verirler; ne işlerinin hakkını verirler; ne de aşlarının haklarını verirler!.

Kendi hayâl dünyalarının gerçeklerle bağdaşmadığını fark ettikleri zaman da iş işten geçmiş olur!.

Bunlar bir gerçektir ki ancak huzur ve saadete ermesi dilenilmiş olanlar tarafından idrâk edilebilir.

Raleigh, NC

19-10-99

--------------------------------------------------------------------------------

Şaşkın ördek misali, doğa mı, kader mi, Allah mı deyip; labirentte yolculuğa devam ediyoruz…

Genetik ilminin getirdiği sonuçlardan haberi olmayan, gök tanrı kulları, hâlâ yukarıda oturan ve tükenmez kalemiyle anbean olayların akışına göre kader yazan tanrı baba hayâl ediyorlar!.

Ezelde takdir edilmiş olanın aşikâre çıkmakta olduğu; beşeri değer yargılarının, Allah indinde yalnızca bir hiç ifade ettiği ne zaman fark edilir acaba?

Her birey ve toplum, kendi elleriyle yaptıklarının sonuçlarını yaşar!… Kurunun yanında yaş da yanar!.

20-10-99

--------------------------------------------------------------------------------

Deprem geçti… Bedenler veya beyinlerdeki çok şeyi de yıkarak!.

Kozmik-melekî etkiler tesirlerini güçlü göstermeye başladı…

Yaraların sarılmasına yardımcı olanlara ne mutlu…

Plüton-Uranüs-Neptün-Şiron sohbet ediyorlar aralarında; güçlü ve beklenmedik devrimler hakkında!..

Basıncı arttırıyorlar Bir’ileri… Arttırmaktan başka çareleri de yok!.

Depremden sonra; basıncın yükselmesi, bir kasırgayı mı oluşturur acaba?…

Kasırga nerelerde, ne tahribat yapar?…

Floyd kasırgası 2 milyon insanı etkiledi.

Kasırganın nelere yol açabileceğini yanlış hesaplıyor orta doğu zihniyeti!.

Sonuçların yanlış hesaplanması acaba nelere mâl olur?

Göreceğiz…

21-10-99

--------------------------------------------------------------------------------

O kadar AHMAKtı ki…

900 sayfalık binlerce kişili romanı okuduktan sonra hükmünü verdi:

-Bu roman kendi kendini yazmış!… Bu romanın bir yazarı yoktur!.

22-10-99

--------------------------------------------------------------------------------

-Esen rüzgârdan, bulutların birikmeye başlamasından yağmurun geleceğini anlarsınız değil mi?… Diyordu 2000 sene öncekilere Hz. İsa…

-Esen rüzgârdan, toplanan kara bulutlardan esecek kasırganın büyüklüğünü nasıl anlamıyorsunuz?… Diyor 2000 sene sonrakilere A.Hulûsi…

Anlayışlar ne kadar gelişmiş 2000 senede insanlarda!!!…

23-10-99

--------------------------------------------------------------------------------

Seyrettiğiniz oyunların senaryoları, figüranların üzerine mi kuruluydu; yoksa baş rollerdekilerin mi?

Oyunların senaryoları, figüranların arzularına göre mi gelişiyor veya değişiyordu; yoksa başrole verilen istikamet doğrultusunda mı oyun ilerliyordu?

Baş rollerdekiler, figüranlara mı tâbi idi, yoksa senaryoya mı?

Baş rol oyuncular ile figüranlar arasındaki ilişki ve iletişim neye göre düzenlenmekte?

Figüranların bir birini veya başrol oyuncularını suçlaması, onlar hakkındaki hangi göstergeyi ortaya çıkartır?

Soru çok…

Ya cevaplar?…

26-10-99

--------------------------------------------------------------------------------

Anlatırsınız….

Anladım; der, yola çıkar!…

Anladım; der, bambaşka bir yola çıkar!!!

Anladım; der; ve tamamen ayrı bir yorum ve değerlendirmede bulunur!…

Anlayamadım; der, tekrar açıklama ister…

Tekrar açıklarsınız, gene anlamadığını görürsünüz…

Sonra tekrar…

Haaaaa anladım; der; bakarsınız, kafasındakini anlattığınıza etiketlemiş!…

Ve anlarsınız ki, dağdaki kulübeye çekilmeniz gerekli!… Yollara düşersiniz!…

27-10-99

--------------------------------------------------------------------------------

Takdir edilen yaşanacaksa….

Bir deli bir kuyuya taş atar; kırk akıllı çıkaramaz!.

Hasbelkader, bir yere gelmiş üç-beş kişi, milyonlarca insanın göğünü karartır!.

Kararan gök ise, milyonların yaşaması gerekeni getirecektir!.

Üç-beş piyon yalnızca görevini yapmıştır; yaptıklarının sonucunu yaşayacaktır elbet!… Ama bu, hiç bir zaman milyonların kararan göğünü aydınlatmaz!

Ameliyat masasında, kangren olmasaydım, diye yakınmanın faydası yoktur!

Gerçekçi ve objektif değerlendirme yapabilmek ender insanlara verilmiş olan bir nimettir.

28-10-99

--------------------------------------------------------------------------------

Zeki insanlar, geçici dünya menfaatleri peşinde koşarlar!.. Hırslıdırlar!.Doyumsuzdurlar… Kriterleri, insanların beğenisi ve alkışlarıdır!. Beyinlerinde ördükleri kozanın sonuçta bilinçlerine ne getireceğini idrak edecek akıldan da yoksundurlar!

Akıllı insanlar, ebedî yaşamı esas alarak, içinde bulundukları günleri bu esasa göre değerlendirirler… Siyâset, para vs. gibi geçici dünyalık çıkarlar umurlarında değildir!. Amaçları kozalarını kalınlaştırmak değil, Allah’a ermelerine engel olan kozalarından kurtulmaktır!.

Herkes ne için yaratılmışsa, kendisine takdir edilenin yolu da ona kolaylaştırılacaktır.

29-10-99

--------------------------------------------------------------------------------

Karşınızdakini suçlamadan önce kendinizi onun yerine koyup; onun penceresinden olaya bakarak değerlendirme yapabiliyor musunuz?

Olgun insan, kendini karşısındakinin yerine de koyarak olayı değerlendiren insandır.

İnsanlara karşı dün yaptıklarınızdan, pişmanlık duyuyorsanız; aynı şekilde, yarın da bugün yaptıklarınızdan, pişmanlık duyabilirsiniz!.

İlmin ve aklın yolundan ayrılarak; davranışlarını duygusallıkla düzenliyenler, bu tutumlarını değiştirmedikçe sıkıntıdan kurtulamazlar.

31-10-99

--------------------------------------------------------------------------------

Yarınınızı görmek istiyorsanız, dününüze bakın!...

Yarın, dün yaptıklarınızın sonuçlarını yaşayacaksınız!.

Bugününüzün de, yarın, dün olacağını farkederek; yaşamınıza ona göre yön vermeye; elinizdekileri bu gerçeğe göre değerlendirmeye bakınız.

01-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

Bedbaht o kişidir ki, âhırette beraber olmak istediği kişiyle kafaca dünyada beraber olma imkânı olduğu halde, pahasını ödemekten kaçınarak, bu imkanı teper!

Mutlu odur ki, sevdiğiyle beraber olmak uğruna bedelini öder!.

Bedbaht, ebedi saadeti terkedip birkaç saniyelik dünya nimetiyle iktifa eder!.

Mutlu, ebedi yaşamı düşünerek, sayılı saniyelerin gamıyla, zamanını boşa geçirmekten imtina eder!.

Sayılı ve sonluyu, sonsuza değişenlerden olmaktan Rabbime sığınırım!.

02-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

Fikrin değil, kişinin dedikodusu olur!.

Akıllı insan fikrin eleştirisini yapar!. Kişinin eleştirisi gıybet, yalnızca, edenini değil dinleyeni de kozasına hapseder ve dahi kozasını kalınlaştırır!.

Kişiye saygısı olmayanın Allah’a da saygısı olmaz!

Seyri yitirmiş olanın, tek meşgalesi dedikodu olur!

Dünyada insanın niye varolmuş olduğunu fark edemeyenler, günlerini Allah’ı tanıma ve erme ilmiyle değil, birbirleriyle çekişmeyle tüketirler!.

Her günü, sana ebedi hayatında yararlı olacak yeni bir ilim öğrenerek değerlendiremiyorsan, ancak perdeni kalınlaştırmakla meşgulsün, demektir.

03-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

Şükür, sana nimet verene gülücük yapıp, teşekkür ederim, demek; yarın da, hepsini inkâr anlamında defterinden silercesine yüz çevirmek değildir...

Küfür de kızıp karşındakine sövmek değildir!.

Şükür nimeti vereni görüp, ona minnet duymaktır!

Bir gün küfür, diğer gün şükür ise bir değer ifade etmez!

Şükredebilenin, küfrü olmaz!...

Küfürden arınmayanın da şükrü olmaz!.

Küfür vereni inkâr etmektir!... Aldığını değerlendirmemektir!... Verilende, vereni görememek yüzünden, verenden perdelenmiş olmaktır!.

Ne dildekidir şükür; ne de dildekidir küfür!

--------------------------------------------------------------------------------

5 ile 25 kasım arası MERKÜR RÖTARDADIR... Bilginize...

04-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

İnsanın inandığı, yaşadıklarıdır... Herkes, inancının sonuçlarını yaşar!…

Aptal, karşısındakinin sözlerine bakarak onu değerlendirir; akıllı, karşısındakinin davranışlarıyla onu değerlendirir!.

Karşısındaki gerçekleri değerlendirmeyip, hayâlindekinin peşinde koşan, hem elindekini yitirir hem de hayâlindekini!.

İşinin, eşinin, aşının hakkını vermek, tasavvuf dedikodusuyla ömür tüketenlerin değil, onu yaşayanların hâlidir!.

Ailesinde huzuru olmayanın Allah’la da huzur olmaz!.

Karşısındakini veya çevresindekileri değerlendiremiyenlerin, gece hayâlleri kendilerine hüsrandan başka bir şey getirmez!.

İbadetleriniz yapınız; ama beraber olduklarınızın hakkını vermekten asla geri kalmayınız; gerçeği yaşamak istiyorsanız!… Velev ki henüz Hakikatı kavrayamamış olsanız bile!.

05-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

Bal yiyenler var…

Kavanozunu yalayanlar var…

Bal yiyenleri duyup, dedikodusuyla ömürlerini tüketenler var!

Bal yiyenler, yemeye devam ediyorlar…

Kavanoz yalamanın bal yemek olduğunu sanıp; çevrelerindekileri de buna inandırmağa çalışan saf kişiler ile, bunlara inanan anlayışı sınırlılar var!…

Bal yiyenlerin dedikodusunun, kendilerine bir şey kazandıracağını sanan; ya da bu dedikoduyla kendini teselli ve tatmin edenler var…

Dünya dönmeye ve sırası gelen yeni boyutta yerini almaya devam ediyor.

Hangi sınıftasınız; sorguladınız mı kendinizi?

Kendini çevresine keşif veya fetih ehli velî gibi empoze eden körler, acaba yarın ne hâlde olacaklar? Bu aldatış ve aldanışın sonuçları ne olacak?

06-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

"İnsan", bir bilinç varlığın adıdır ki; bugün et-kemik bedeni kullanır; yarın, ruh bedeni; cennete girebilenler ise nur olarak yaşarlar!.

Dünya'da da yaşarken, kendini bedensiz soyut bilinç varlık olarak hissedemeyenler, daha sonraki boyutlarda bunu hissedip yaşama olanağını elde edemeyeceklerdir.

Bedenle yaşamanın hakkını vereyim diye yalnızca iş-eş-aş hakkıyla uğraşırken; bilinç varlık olmanın hakkını ihmal ederek bunu hissedemeyenler, ebeden kozmik evrensel bilinç boyutunda kendilerini tanıyamayacaklardır.

Dünyada mertebe ve kerâmet peşinde koşan bedensellikle kayıtlanmış birimler, en büyük kerâmetin evrensel kozmik bilinç boyutunda yaşamak olduğunun farkında bile değillerdir.

07-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

“Allah’a haşyeti” kavrayamayanlar, tanrılarıyla başbaşa kaldı!.

“Allah korkusu”nu, tanrı korkusu olarak anlayıp; sonra da ötede bir tanrı olmadığını fark edenler, hüsrana uğradı!

“ALLAH” isminin işaretini kavrayanlar ise, bâtınlarındaki hakikatı yaşayamama korkusuyla yaşayıp; bazıları bunun da ötesinde, sonsuz azamet ve ihtişamın getirdiği haşyet içinde şaşakaldı!.

08-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

Baş olma hevesinden geçememiş olanların tasavvuf önderlikleri, nefsinin sigara arzusunu terk edemeyen şeyhlerinki gibidir... Onların alâmeti, kendi müntesibi olmayanları suçlamak ve aşağılamaktır!.

Kendine bağlı olmayanları gayrı gözüyle görerek; onları, kendine bağlanmadıkça ayrı görüp; dedikodularını yapan takım başları, çelik çomak oyunlarına devam etsinler!... Bunun farkına varmayanlar da onun âkıbetine mustahak olurlar elbette.

Akıllı olan, ayırımcılığın olduğu hiçbir takım ve grupta yer almaz!

İman ehlinin dedikodusunu yapan bizden değildir!.

Benliğini terk etmiş olanda dedikodu ve gıybet kesinlikle olmaz!

Orijin varken kopya çevresinde toplananlar, kopyanın kopyası olmaktan öteye geçemezler!...

Orijin yalnızca “Allah Rasulü”dür!.

10-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

Karşınızdakini suçlamadan ve ona “Niçin bana bunu yaptın” demeden önce durun ve şu soruyu sorun kendinize:

-Acaba ben ne yaptım da karşımdaki bana böyle yaptı? Benim hangi davranışım onun bana böyle yapmasına sebebiyet verdi?

Bunu sorabiliyorsanız kendinize; bu, pek çok konuda gerçekleri görmenize engel olacak perdelerden kurtulabileceğinizin müjdesi olacaktır.

12-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

Kitaplarımın onbinlerle satıldığı dönemde aklıma gelirdi ki; cenazemde tabutumu taşıyacak onbinler olur… Paylaşımım çok çok fazla sanırdım insanlarla… Sevenlerim hayli fazladır zannederdim…

Kitaplarım yüzbinlere ulaştığında ise; derin derin düşünmeye başladığım devir geldi… Tabutumun dört kolundan taşıyacak dört dostum kalır mıydı arkamda acaba!.

Bugün satılan kitaplar milyonla ifade ediliyor; dünyanın dört bir yanından yüzbinler web sitemizi okuyor elhamdulillah; şükründen âcizim… Ve ben, acaba, diyorum zaman zaman, tabutum yerde mi kalır?…

Dostlara bir şey verememenin hüsranı bu!

Mekânın nur olsun Hacı Bayram velî…

Allah, arkasından, üç ihlas bir fatiha okuyacak kimsesiz, bırakmasın kimseyi!.

14-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

Yaşlı bilge şöyle söylüyordu çevresindekilere:

-Söylediklerimin teker teker gerçekleşmeye başladığı günlerde; sizlerden çok çok uzakta olmayı istiyorum!… İçine düştüğünüz şartlar altındaki hâlinizi görmeyi hiç arzu etmiyorum…

Çünkü buna katlanmak benim için çok zor olacak!.

Maâlesef, ”Demişti”, demenin ve pişmanlıkla geçmişi yâd etmenin o günlerde hiç bir yararı olmayacak!

15-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

Sormuşlar:

-Deprem sigortası yaptıralım mı; tevekkül mü edelim?

Cevap vermiş:

-Yarına Allah kerîm, hayırlısı olsun;

deyip çalışmaktan vazgeçerek; geleceğe dönük bin türlü plan yapıp tedbir almaktan yüz çevirerek; hatta, daha abartılı şekliyle, tevekkül ediyorum deyip, yemek yemeyi terkederek mi yaşıyorsunuz?

Yoksa bütün bunları yapıp; sonra da tevekkül sahibi olduğunuzu; kadere iman sahibi olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?.

Sistem gerçeğinin Allah yaratısı olduğunu fark etmeyenler pahasını öderler!. Mazeret ve cehalet geçersizdir!.

16-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

Soruyorlar:

-Deprem tanrının cezalandırması mı?

Tanrılarından cezalarını bulmuşlar; farkına belki öte boyutta varacaklar!.

Allah sistem ve düzeni ezelde yaratılmış ve dilendiği şekilde uygulanmaya koyulmuştur!. Kimse bu sistem ve düzenin dışına çıkamaz ve bir yaprağı bile oynatamaz o sisteme karşı!.

Herkes eliyle veya diliyle yaptığının sonuçlarını yaşayacaktır!.

Sarımsak yiyenin ağzı gül kokmazmış!

Herkes amellerinin karşılığını alacak; paylaşımı kadarıyla paylaştıklarıyla beraber olacaktır!.

Galaksideki iğne ucu yerini farketmeyen ülke tanrıları kendi kullarıyla birlikte hakkettiklerini alacaklardır... Yaşlar da arada yanacaktır!

17-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

2000 yılının Şubat’ı acaba hangi tür depremlerle sarsacak bir yerleri ve zihinleri; sonrası nelere sahne olacak?

Neden önümüzdeki yıllara damgasını vuracak ülke Türkiye olacak ve hangi kadrolarla?… 1930ların zihniyetiyle mi; 2000lere bakan beyinlerle mi?

Mehdi(!?)ler Şam’da toplanmış İsa’yı beklerken, insanlık acaba hangi beklentiler içinde?

İzmit gölcük, düzce üvey evlat da Antalya has evlat mı?

İstanbul’u bitkin ve kaderini bekler gördüm!… Anadolu mahzun…

Gece henüz yarılandı; elbette, güneşin doğuşu ardında!… Yarasalar bunu istemese de.

20-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

Anlayışı sınırlı soruyor:

-Ama niye “kurunun yanında yaş da yansın” ki?

Nasıl anlatabilirim ve fark ettirebilirim…

Yagmur yağdığı zaman su altında kalmaktan hoşlanmayanlar hiç bir şey yapamazlar; sığınacakları bir yer yoksa, ıslanırlar!

Denize düşenlere, deniz, istisna uygulamaz!. Yüzmesini bilen, kendisini istisna kılar!.

Deprem geldiğinde her yeri sarsar, istisna bölge tanımaz!.

Sistemde istisnayı, ancak sen yaptığın çalışmayla; kendini o bölgeden uzaklaştırmakla sağlayabilirsin!. Aksi halde bulunduğun ortamdakilerin içinde bulunduğu şartlara sen de tâbi olursun!.

Kaçacak yerin yoksa, bulunduğun ortamın şartlarına katlanırsın!. İyiyse iyi, hoşlanmadığınsa hoşlanmadığın!.

Artık anlayın SİSTEM REALİTESİNİ !.

Bu “Allah” adıyla işaret edilenin yaratmış olduğu SİSTEM ve DÜZENDİR; ki asla kimse için değişmez!.

Hele evrende bir zerre olan Dünya üzerindeki zerrecikler için!.

21-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

Ne “Allah”ta tekrar vardır; ne de tarihte tekerrür!.

“Aynı ırmakta iki defa yıkanılmaz”; diyor o zât!.

Şükredenin, elindeki nimet artar; nankörlük eden, zaten elindekini terkeder!.

Hiç bir değer yerde kalmaz; elbet değerlendirecek olanını bulur!.

Aynaya bak ve kendin hakkında gerçeği itiraf et... Sonra da geleceğini gör…

Şükredenlerden misin; nankörlerden mi?

22-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

Dün ile kayıtlanma; yarın ile sınırlanma!.

“Allah”tan korkmayan gâfildir!. Pahasını öte boyutta ağır öder!.

“Allah”tan neden korkulması gerektiğini anlamamış olana verebilecek hiç bir şeyimiz olmaz!.

Bir sigaralık tabiatına hükmedemeyenin; benden alacağı ne olabilir ki!.

“Allah gibi düşünememek”ten bahseden İSA aleyhisselamın dediklerini anlayamayanlar; Hz. Muhammed aleyhisselâm ve vârislerini nasıl anlayabilirler ki?

Korkunun ecele faydası yok; derler… Korkmayın ve moralinizi düzeltin İstanbul’lu dostlarım; rahat uyuyun!… Yükünüzü paylaşan Antalya, Çanakkale, İzmir var…

23-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

Tanrıya tapanlar bu günlerde çok sıkkın!.

Niye deprem ya da başka yanlış işler yaparak, insanları sıkıntıya sokuyor ki ULU TANRI ?

Tanrıya inanan, tanrısını hesaba çekiyor… Tanrıya inanmayan ise, “Doğa işi bu; tanrıyla ilgisi yok”; diyor…

Ya “Allah”a inananlar nerede? Onlar ne yapıyorlar?

24-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

“AY”ın aptalı, “niye Güneş değilim, ışığım kendimden değil; niye beni, ben olarak değil, Güneş’ten yansıyan ışığım için seviyorlar” diye yakınırmış!.

Bilmezmiş ki, gezegenlerin ışığı Güneş’le kâimdir!.

Haddini bilen mehtap, hem kendisi mutlu olur; hem de insanları gecenin karanlığında nura kavuşturur.

Keşke(!?), Allah Rasulü yörüngesinde bir ay olabilseydim.

25-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

Yazılanların dışında bir olay kesinlikle olmayacak!.

Buna iman ediniz...

Huzurlu ve mutlu olmaya çalışınız hâlinize şükrederek. Düşünün ki sizden çok çok daha zor durumda sıkıntıda olanlar var..

Depremin yaydığı manyetik alan sert etkiler ile birleşince insanları çok güçlü etkiledi...

Paranoya ve şizofreni yaygın bir biçimde görülür oldu...

Yakında belki de tanrılığını iddia edenler bile görülebilir...

Sabredin... Allah Rasûlünün yolundan ayrılmayın!. İbadetlerinize devam edin ve Allah’ın yardım ve inayetini isteyin.

Âhir zamanda depremlerin artacağını bildiriyor Allah Rasulü... Toprakta değil, beyinlerde ve toplumlarda da olacaktır bu depremler.

Karşınızdakini saygıyla dinleyin... İlminize uyanı alın; uymayanı kendisine iade edin. Kimseyi hor hakîr görmeyin; ayıplamayın!. Ondaki de Allah’ın bir tecellisidir; ve hikmeti vardır!. Her şey yerli yerindedir!.

“Görelim mevlâ neyler; neylerse güzel eyler”!.

26-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

Eskiden, her mahallenin şeyhi, kendi müntesipleri tarafından zamanın kutbu a’zâmı kabul edilirdi…

“Benim kutbum senin şeyhini döver”; düzeyine kadar düşürüldü olay!!!…

Âhir zaman modası ise, “Benim Mehdi’m en büyük”, oldu!!!…

Bugüne kadar duyduğumuz “Mehdi”lerin sayısı neredeyse bini geçti!… Kimi, “Mehdi” olduğu için, Şam’da, minareye inecek diye İsa aleyhisselamı bekliyor… Kimi de bulunduğu şehirde toplumunu, kendisine inananlarını aydınlatıyor!…

Mars’ın, Kova Burcunda Neptün ile kavuşuma girmek üzere olduğu şu günlerde, megalomaninin daha açık tezahürlerini görmemiz hiç yadırganmamalı…

Bir mü’min Allah Rasulünün yolundan yürüyerek; Kur’ânı O’nun yorumuyla değerlendirmekten uzaklaşmamalı!.

Sanırım bir kaç yıl içinde “tanrı” olduğunu; insanları kurtarmak üzere yeryüzüne indiğini; söyleyenlere de sıkça rastlayacağız…

Allah, Rasulünün açıklamasına göre, Mekke’de bir hac döneminde açığa çıkacak ve daha sonra üzerine bir ordu gönderilecek olan zamanın müceddidinden ayrı düşürmesin bizleri…

28-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

Bak dostum;

Bil ki, bu kitab, sana hayatında verilen en değerli şeylerden biridir!..

Bu kitap, sana Rabbinin seslenişi; sana açtığı özel kapıdır!.. Kim, olursan ol; işin, meşgalen ne olursa olsun; hangi dinden olursan ol; bil ki...

Rabbin seni beklemektedir ve kapısı sana açıktır!..

Sorma, Rabbimin kapısı nerede diye; sende "O" kapı; gönlünde!.

Senden sana açılan bir kapının ardında!..

Bu kapı, DUA ve ZİKİR kapısıdır!.. Gönlünden Rabbine açılan kapıdır!.

Rabbine yöneliş ve HÂCET kapısıdır!.

Gökte ve ötende sandığın TANRI'nı terket; sonsuz - sınırsız ALLAH'a yönel; O'nun, her noktada ve zerrede mevcût olduğunu farket; ve O'nu

GÖNLÜNDE bulmaya çalış!.

Sonra iste O'ndan, ne istersen!.. Eşini, işini, aşını; ister mevlânı, ister şifânı!.

Bil ki, seni, her isteğine ve her arzuna kavuşturacak tek şey DUA ve ZİKİR'dir.

* * *

Bil ki dostum; her zerrede tüm özellikleriyle mevcûd olan ve kendinden gayrının varlığı aslâ sözkonusu olmayan ALLAH, SENDEN SANA İCABET EDECEKTİR!.

SEN, bilesin ki, yeryüzünde "HALİFE"sin!.. HALİFE olarak sana, gönlüne, BEYNİNE bahşedilmiş yüce güçlerden haberin var mı?...

DUA ile ZİKİR ile, o muhteşem BEYNİN ile, kendindeki mekânizmayı harekete geçirebileceğinden haberin var mı?...

"EN GÜÇLÜ SİLAH" olarak sana bağışlanmış DUÂ mekânizmasını biliyor musun?...

Fakîr, garîb, nîce kişiler DUÂ ve ZİKİR ile nîce ZALİM SULTANLARI helâk ettiler!.

Nîce yoksullar, büyük zenginliklere hep DUÂ ve ZİKİR ile eriştiler!..

Nîce, dertli, sıkıntılı, hastalıklı, ezâ, çile çekenler, hep kurtuluşu, selâmeti DUÂ ve ZİKİR'de buldular!..

Bil ki dostum...

SENDE, dünyanın en güçlü silâhı olan DUÂ ve ZİKİR cihâzı mevcûttur.

BEYNİNDEKİ, GÖNLÜNDEKİ bu en güçlü silâhı kullanmasını öğrenerek; bu yaşadığın dünyanın ve ölümötesi yaşamın tüm güzelliklerine erişebilirsin!..

Ya da, DUÂ ve ZİKİR mekânizmasını kullanmaz, paslandırıp, bir kenara terkedersin, ki bunun cezasını da sonsuza dek çekersin!..

Sana, karşılıksız, bedava verilmiş bir mekânizmadır bu!.. Hîbedir!..

DUÂ ve ZİKİR için kimseye muhtaç değilsin ve kimseyi aracı koymak zorunda da değilsin!..

İster, bu kitaptan yararlan; ister gönlünden geldiği gibi yönel!.. Ama kesinlikle, kendindeki, bu dünyanın en kıymetli cihâzı olan DUÂ ve ZİKİR cihâzını kullanmasını öğren.

Göreceksin dünyan nasıl güzelleşecek.

(DUA ve ZİKİR Kitabından)

30-11-99

--------------------------------------------------------------------------------

“DİN” kelimesiyle anlatılmak istenenleri anlamak için, şu gerçek çok çok iyi kavranmalıdır…

“İSİM”, isimlenen değildir; isimlenene, işaret için kullanılır ve onu târife yarar; ama hiç bir zaman, isimleneni tam olarak anlatmaya kavratmaya yetmez!.

Eğer bu anlatılanı idrak ederseniz…

Fark edeceksiniz ki; “DİN” kelimesinin anlamı kapsamında anlatılmakta olan her şey, yaşamda algıladığımız ya da algılayamadığımız bir boyuttaki, bir sistemi, bir mekânizmayı, bir oluşumu bize anlatmakta; bu sisteme göre de yaşamımıza nasıl yön vermememiz gerekliliğine işaret etmektedir.

Eğer anlatılan veya söylenenlerin isminde kalır ve sonra da isimlere dayalı bir dünya veya âlem oluşturursak kafamızda; bunun içinde yaşadığımız dünya ve sistemle hiç bir alâkası olmaz.

Sonuçta kafamızdaki çelişkiler hiç bitmez… Sürekli karşımızdakini suçlarız, anlatamıyorsun; diye.

“İsmi” bırakın; isimleneni fark etmeye çalışın!.

01-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

“DİN”i tanrıya tapınma ve onun gönlünü hoş edip cennette yer kapma ya da cehennemden kaytarma, diye anlıyarak; gereklerine çeşitli nedenlerle boş verenler bunun faturasını ebeden ödemeye devam edecekler!.

Allah’ın yaratmış olduğu bu sistem ve düzeni fark ederek, yaşamlarını o sistem ve düzenin kanunlarına göre düzenleyenler ise, yaptıkları çalışmaların sonuçlarına göre yeni bir yaşam biçimine kavuşacaklardır.

Allah Rasulü size, ebediyet yaşamına göre nasıl hazırlanırsanız; ne yaparsanız; onun sonuçlarını yaşayacağınızı bildirmiştir.

Ölümötesi boyutu anlatanı dikkate almadan; yalnızca, dünyalık çıkarlarını gözönüne alarak yaşayanlar; sonsuzluk hedefinde sonsuz pişmanlığı yaşayacaklardır!.

Depremlerin getirdiği ders, bir anda herşeyin yitirileceğini öğretmektedir.

Ya geçeceğiniz boyuta bir hazırlığınız yoksa?

02-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

Anlayışı kıt olanlar tedbir almaz ve bilinçsiz bir şekilde, “ben tevekkül ettim” der!.. Bilmez ki, tedbir almadan tevekkül etmek, büyük çoğunlukla ahmakların harcıdır!.

Anlayışı sınırlılar ve anlayışı kıtlar izahtan da bir şey anlamadıkları ve sadece papağan gibi ezberlediklerini tekrar ettikleri için; onlara hiç bir açıklama kâr etmez!.

Bu yüzden, önce onlara iki misâl vererek, bir an duraklamalarını sağlayıp; bu arada fırsattan istifade, basiret sahiplerine yararlı olur umuduyla, bir gerçeği vurgulamaya çalışalım.

Allah Rasulü Muhammed Mustafa aleyhisselâm diyor ki:

“Deveni bağla, ondan sonra tevekkül sahibi olarak yaşa…”

Meşhur Halife Ömer, ordusuyla Şam önüne geldiğinde, şehirde veba hastalığı salgını olduğunu öğreniyor; ve, “geri dön” emri veriyor orduya!. Soruyorlar:

-Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?

El cevap:

-Allah’ın kaderinden Allah’ın hükmüne sığınıyorum!.

1965 yılından beri tüm yazılarımda, “kaderin mutlakiyeti ve değişmezliği” üzerine yazmışken, şimdi fikir mi değiştirdim?

Kesinlikle hayır!.

Kader hakkında 1965’te ne düşünüyorsam, bugün de aynını düşünüyorum; ve bu konuyu da bugün hiç bir yayında bulamayacağınız kapsamda, “AKIL ve İMAN” isimli kitapta açıkladım… Buna rağmen hâlâ görüyorum ki, büyük ekseriyet, tevekkül-tedbir ikilemini çözebilmiş değil. Bu yüzdendir ki, kısaca bir defa daha bu konuya değinmek istiyorum.

Kesinlikle biliniz ki…

Benim imanımdır ki…

Kader kesindir ve asla değişmez!.

Bizim aldığımız tedbirlerin tümü de kader dışında ve kadere rağmen-karşı değil; aksine, kaderin sonucudur!.

İçinde bulunduğunuz şartlar ne olursa olsun, o konuda alabileceğiniz bir tedbir varsa, her ne ise, az veya çok; kuvvetli veya zayıf; kapsamlı veya dar planda, hemen o tedbiri alınız!.

Biliniz ki, aldığınız tedbir de, takdirin gereği ve kaderin sonucu olarak alınmaktadır!.

Yanlışlık, tedbirin alınmasında değil; takdirin, tedbirle değiştirilebileceği düşüncesindedir!.

35 yıl önce de dediğim; 1966 yılında yayınladığım “TECELLİYÂT” isimli kitabımda yazdığım üzere, “Tedbir, takdirdendir”!.

Dünya hikmet yurdudur; ve bu dünyada oluşan her şey, kendinden evvelki sebepler etkisiyle yönünü bulur… Bu yaratan Allah’ın sistem ve düzenidir.

Bir olaya karşı, tedbir almayarak tevekkül ettiğini, söyleyenin hâli, takdirinde, tedbir alma durumunun söz konusu olmayışındandır!.

Kim, ne zaman, nerede, hangi şartlar altında tedbir alarak, o olaya yön veriyorsa, bu da, takdirin o istikâmette oluşundandır!.

Tevekkül, olaya tedbirle yaklaşmamak değil; ne olursa olsun, olanın Allah’ın takdiriyle bu şekilde meydana geldiğini görmektedir!.

“Allah’ı -özünde- vekil tutmak”, bâtınen tedbir alma kuvvesini devreye sokmaktır; işi başkasına ve dışındaki tanrıya havale etmek değil! Burayı iyi anlamaya çalışın.

Avam, tedbir alır; tevekkülden uzaktır!.

Havas, tedbiri terk eder; takdir neyse o olur; diyerek takdir edeni görmeye çalışır!.

Has ül havas, tedbir alır; takdir edeni müşahede eder; tedbirin, takdir edenin takdiriyle açığa çıktığını seyreder… Seyreden, “Kendi” olur!.

İşte, “şirki hafî” yani gizli şirk bu üçüncülerde ortadan kalkmıştır!.

Mutlak olarak takdir edilen yaşanacaktır, tüm tedbirlerle beraber..

17 Nisan yeni hicrî yılın ilk günü; ve Ay, Koç burcunda doğuyor yeni senenin ilk gününde… Koç Burcunda doğan Ay’la başlayan yeni sene önemli bir başlangıca işaret ediyor 1999 içinde olmakla birlikte!.

Dünya, aynı zamanda Kova çağına adım atıyor!.

Haziran’da Akrep burcuna dönecek olan Şiron, Ekim’e kadar, hidayetten son nasiplerini almaları için, Güneş’i veya yükselen burcu Akrep’te olanlara son bir şans ulaştıracak!… Sonra geri dönmemek üzere Yay burcunda ilerliyecek.. Yeniden Plütonla buluşacak.. Uranüsle, Neptün’le omuz omuza verecek.. Dahi, Beyaz At’ı bekleyecek…

Allah takdiri, olayları oluşturacak sebepler silsilesi içinde açığa çıkacak!. Ve bizler, “ân” içre oluşmuşu seyredeceğiz, kapasitemiz kadarıyla..

Ahmak, yediği ekmek ya da baldan aldığı enerjiyi inkâr edecek kozmik etkileri inkâr ederken; farkında olmadan!… Göğe oturttuğu tanrısına imanını savunurken!

Ârif, tevekkülden, bahsedip, tedbiri bir yana bırakırken…

Âlim ve vâris, tedbirin Hakk’ın takdirinin açığa çıkması olduğu müşahedesi içinde; elinden gelen tedbiri son noktasına kadar uygulayacak!.

Sonuçta, kâinat yaratılmazdan önce, “Ân” içre planlanmış olanlar, aynıyla, projeden uygulamaya girecek “mahlûkun zamanı” içinde, Yaratanın indindeki, bir “hiç” ve “yok” olarak!.

Kimi kavga edecek, senaryo gereği!… Kimi, gülerek, ya da acıyarak seyredecek!. Bu arada nîce beyinler, ancak salata niyetine gidecek!

Ve, bir kere daha perde inecek!.

La havle velâ kuvvete illâ “B”illah!.

Allah!…

Hu!.

(SİSTEMİN SESLENİŞİ 2 Kitabından)

03-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

İnsanlar sevip saydıkları, değer verdikleri kişi her an yanlarındaymış gibi yaşamadıkları sürece, o kişiye karşı olan sevgi ve değer verme sözlerinde samimi olmazlar; ve bu konuda nifaktan arınamazlar!.

Gerçek sevgi, sevdiğin her an yanındaymışçasına, seni seyrediyormuşçasına konuşman, davranman ve yaşamandır.

Gerçek değer verişin, o kişi her an yanındaymış gibi fiilller ortaya koyman ölçüsündedir.

İki yüzlülük kolay affedilir bir suç değildir!.

İki yüzlülükten kurtulmak çok güçtür!.

Yaptıklarınızın ne kadarını çok sevdiğinizi söylediğiniz Allah Rasulü sizi seyrediyormuşçasına ortaya koyuyorsunuz?

Her an Allah Rasulü yanınızda sizi seyrediyormuşçasına hissederek yaşayamıyorsanız, imanınız henüz kemâle ermemiştir!.

05-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

İçinde yaşadığımız Sistem ve Düzenin gerçek kanunlarını okuyamıyorsak, daha çok üzülürüz!.

Bir adam çıkıyor, yanına üç-beş kişi toplayıp gücü eline geçiriyor; ve yüzbinleri, milyonları ölüme götürebiliyor!.. Oysa milyonlarla ölenin hepsi mi suçlu?

Tarihe bir bakın… Dün de öyle, bugün de böyle!.

Toplumlar, bilinçsizce başa geçirdiğinin pahasını çok ağır ödüyor!

Böyle bir dünyada, insanlar, kendi ebedi geleceklerini düşünerek ona göre tedbir almıyorlarsa, yaşadıkları süreç büyük ızdıraplarla ve hüsranlarla sona ereceği gibi; sonsuzluk yaşamında da bu azap ve hüsranlar son bulmayacaktır!.

Bugün, “ne yapayım elimde değil ki” diyerek toplumun size çizdiğini yaşıyorsunuz ve kendinizi teselli ediyorsunuz; ama ölümötesi boyutta, yalnızca kendi yaşamınızın sonuçlarını yaşayacaksınız!. Bu günkü teselliler de o gün geçerli olmayacak yaptıklarınızın karşılığından başka bir şeyin, yanınızda olmadığı o ortamda!.

Kendinizi aldatmayın… Bildiklerinizin gereğini yaşıyor musunuz?

“Hesap görücü olarak vicdanınız (nefsiniz) yetecektir”!.

07-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

2000 yılı bekleniyor büyük umutlarla…

Büyük umutlar, ya büyük mutluluklar getirir; ya da büyük sükûtu hayâller ve hüsranlar!…

Ummak isterim ki, büyük mutluluklara vesile olsun 2000’le başlayan yıllar…

Ne var ki…

1999’la birlikte “Besmele yılları” başlamış; “B” harfiyle!… Her ne demekse!.. Ehli bilirmiş!…

“Bismillahir Rahmânir Rahîm”in 19 harfinin yıllarını yaşayacakmışık kelimelerin ve harflerin anlamınca….

Muhyiddin A’râbi rahmetullahu aleyh bir kitabında bu konuya değiniyordu; ama hatırlıyamadım neydi olay…

Allah, “Rahîm”e ulaşmayı kolaylaştırsın sabrı ve hazmıyla… İmanımızdan imtihan gelmeye başımıza..

08-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

“B” sırrıyla, “Besmele”yi tefekkür, insana neler hissettirir?

“B” sırrıyla, “Biiznillah” düşüncesi, insana hangi âlemin seslenişini zâhire çıkartma imkânı verir? Ki, İsa aleyhisselâm bununla ölüyü diriltmişti!.

“Allah” kulunda zâhirdir; cümlesi ne gibi anlamlar ihtivâ eder?

Bunları düşünüp değerlendirebilecek miyiz acaba?

09-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

Zekâ fikirlerle uğraşırken, akıl sistemli düşünceye yönelir!

Zekâ fikirler arasında çelişkilerden kurtulamazken; akıl tefekkür okyanusuna açılır kapasitesi ve ilmi nispetinde!.

İnsan, evrenselliğe özünden gelen evrensellik boyutundan açılabilir; dışarıdan bedensellikten değil!.

Özündeki sonsuz ve sınırsızlığı hissedemeyen madde batağında boğulur!

Ne bedbahttır ki, parası ya da bedeni yüzünden madde batağında kaybeder sonsuz geleceğini!…

Ne mutludur ki, parası veya bedeni onu maddede kayıtlamamıştır; o bunlar yüzünden sınırsızlığa ulaşmaktan geri kalmamıştır.

11-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

“Mürid” isminin işaret ettiği “İrade” Sıfatıyla üretilir tüm üretilmiş olanlar.

Üretme, gerçekte, esmâ boyutu seyridir. Efâl boyutu, beyindeki varsayımdır; beynin yapısı dolayısı ile hissedilen!.

Beyin dahi, esmâ terkibi sonucu var kabuledilendir!.

Oysa tüm olup bitenler, esmâ mertebesinde olup bitmektedir!.

Gerçekte, efâl boyutu yoktur; esmâ mertebesinde yaşayana göre!

New York’ta birkaç gündür 60 küsuruncu kattan Manhattan seyredilince insanın aklına bu tür şeyler geliyor işte!

12-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

Yaşamda, tüm varlıkta, her birimde yaygın olan duygu sevgi ve sevdiğine sahip olma anlamında “BİR”leşmedir!.

“BİR”leşmeninin farkında olmayanların yaptıkları ise “çiftleşme” diye adlandırılır.

Birimler arasındaki manyetik çekim gücü sevginin mekânizmasından başka bir şey değildir; isim, farklı olsa da…

Yaşam sevgi üzerine kurulmuşken, bunu yaşayamayanlar, hayâllerindeki bir tanrıyla meşguldürler…

Zâhir olanı bırakıp, ötede sevecek aramak ancak gaflettir!

Neyi seversen sev, gerçekte yanlızca “HU”yu sevmektesin ve zaten yalnızca “O”nu sevmek için varsın!..

Sevgi yaşantısı cennettir; sevgisizlik ise cehennemin bir türü!

14-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

“HU” her an yeni bir şe’nde iken…

Hâlâ, beynimizde kum saatiyle dolaşmak niye?

Beynindeki kum saatiyle, 2000’e girenler; ne zaman, iman ettiklerini tekrarladıkları “ALLAH”ın, her an yeni bir Zâhir oluşta olduğunu kavrayacaklar?

Ne zaman, dünde yaşamaktan vazgeçip; an içre olanı fark edecekler?

“HU her an yeni bir şe’ndedir” biz bunun ne demek olduğunu anlayamasak da!…

15-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

Kollarınızı iki yana açınız ve sağ ile solun iki ucunu düşününüz, ne kadar uzaklar birbirlerine…

Sonra hatırlayınız, aynı bedende olduklarını ve TEK BİR beyinden yönetildiklerini… Biri başınızı kaşırken diğeri topuğunuzla meşgul!

Öyle ise niye kınamak sol eli?

Eller kendi başlarına mı hareket ediyorlar? Yok mu kendilerine kumanda eden bir beyin?

Değer yargılarımızı yeniden gözden geçirsek nasıl olur acaba?…

16-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

“Subbûhun Kuddûs Rabbül melâiketi ver Ruh”

tesbihi, melekûtun tesbihi imiş...

Bu tesbihi, acaba neredekiler yapar?

Nasıl yaparlar, bu tesbihi?

Bu tesbihi yapmak, ne demektir?

Bu tesbihin yapılmasıyla, ne hâsıl olur?

Melekût, afâkta, gök yüzünde, evrenin bir köşesinde; ya da ötesinde midir; yoksa algıladığımız boyutun, algılayamadığımız yanıyla mı alâkalıdır?

Yoksa, varlığımızı oluşturan, evrensel yaygın bir boyut mudur?

Neden, bu zikre devam etmek zorundayız? Bu zikir, bize ne kazandıracaktır?

Anlayışı kıtlar, niçin, orijini hadis olan bu tesbihi, sonradan “rabbina” ekleyerek, “Subbûhun Kuddûs, rabbina ve rabbul melâiketi ver Ruh” hâline sokmuşlar; ve böylece nelerden perdelemişlerdir insanları?

17-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

Cuma saati, mubarek bir saattir...

Gecenin son üçte biri mubarek bir saattir...

Güneş doğmadan hemen önceki saat, mubarek bir saattir...

İftar saati, mubarek bir saattir...

Kadir gecesindeki “Kadir süreci”, mubarek bir saattir...

Ve daha nîce, böyle mubarek saatler...

Bu saatler, MEKKE itibariyle midir?

Yoksa, kişiye özel; yani, kişinin yaşadığı yerin saatlerine göre midir?

Mekke’de yaşayan ile Kaliforniya’da yaşayanın; kutuplarda yaşayanların, mubarek saatleri aynı mıdır? Cuma namazı Tokya ve New York’ta aynı saatlerde mi edâ edilir?

Öyle ise, ne zaman fark edeceğiz, DİN’in kişiye ÖZEL hitap ettiğini?

Ne zaman fark edeceğiz, bunun daha, pek çok düşündürücü sonuçlarını?

18-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

“ZÂHİR” ismiyle işaret edilen “HU”dur; derken, ötelerde aramak niye?

Mükemmeli fark ettirmek için kâmil olmayanı en mükemmel hâliyle ortaya koyunca, “HU”yu inkâr niye?

Algılama kapasitesine göre zâhir iken; zâhirle kayıtlamak niye?

19-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

Nisa Sûresi, 82. âyet:

“Kurân’ı derin derin tefekkür etmiyorlar mı?..

Eğer O, Allah'tan gayrının İNDİnden olsaydı, içinde bir çok tutarsızlıklar - çelişkiler bulunurdu..."

Demek oluyor ki, çelişkiler ve tutarsızlıklar ihtiva eden fikirler, Allah İNDİ’nden değil; çeşitli plan(!)larda yaşayan yaratıklardan kaynaklanmaktadır.

Öyle ise, bu tür çelişkili fikirler buna göre değerlendirilmelidir.

Allah indi’nden gelen ilim ise, bir fikrî bütünlük içinde; bir sistem ve düzeni yansıtan ilimdir.

20-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

Her topluluk lâyık olduklarını başa geçirir…

İnsanlar lâyık olduklarıyla beraber olurlar!…

Dostunu söyle; kim olduğunu söyleyeyim; mesajı önemlidir!.

Değerlendiremediklerinizi atacaksınız; ve sonra da ondan mahrum kalacaksınız!.

Ellerinizle yaptıklarınızın ve seçimlerinizin sonuçlarını yaşayacaksınız!

İsimlere aldananlar, müsemmaların sonuçlarını yaşarlar!. Sistemde mâzerete yer yoktur!.

Anlayışı sınırlı veya kıt olanlar, dünden ibret almazlar; günü yaşarlar; isimle uğraşıp, isimlenen kavram veya kişilikten perdelenirler; sonuçlarından da kaçınamazlar!…

Yarın pişman olmak istemiyorsanız, bugün, elinizdekileri iyi değerlendirin; Hz. Muhammed aleyhisselamın yolundan ve öğretisinden ayrılmayın; başka planların saptırmalarından korunun!.. Yanıldığınızı anladığınızda telâfi etme şansınız olmayabilir.

21-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

Ne eski bir yıl bitiyor…

Ne de yeni bir yıl başlıyor!.

Yalnızca, insanlar kurabiye imalâtına devam ediyorlar…

Yaşanan “an”lar var bilinçte…

Bir de insanların vehimleri; hayâlleri, umutları…

Oysa, oyunun sonu, başından belli senarist ve yakınlarınca!.

Öyle olmasaydı nereden bilebilirdi geleceği, bilenler!.

Gaybın, algılama sınırına göre varolduğunu anlayamayanlara söylenecek ne söz var ki!.

Yeni 1000 yılınız, gerçekleri fark edip de bu boyuttan ayrılmayı nasip etsin… Psikiyatrik alana giren “Mistik hezeyanlardan” korunanlardan olalım hepimiz.

28-12-99

--------------------------------------------------------------------------------

Meselâ, bu Pazartesi gecesi “Kadir Gecesi” olsa…

“Tenezzelül melâiketi ver RUH, fiyha biizni Rabbihim” âyetini acaba nasıl anlayabilir; ya da yaşayabiliriz?..

“Tenezzül”, acaba, enfüsî olarak meydana gelen, bireye özgü bir yaşam boyutu açan, bir olay mı; yoksa âfakta cereyan eden, mekânsal bir olay mı?

“Melâike”, kelimesiyle, hangi anlam ve özellik taşıyan melekî özellik anlatılmak isteniyor?

Melek, âfaktan, başınıza mı iniyor? Yoksa, özünüzdeki bir boyuttan bilincinize doğru mi “inzâl” olmada?

“RUH” hakikatınız olan ”Tek”lik boyutu mu acaba?

Bireylerin “RABBI”, onların her birinin “esmâ terkibi” olabilir mi?

“Esmâ terkipleri izin verirse, “Kadir süreci” içinde kişiler kendi hakikatları olan melekût boyutunu anlayabilir; ve RUH adı verilen, Vahidiyet mertebesinin izhar oluşunu, hissedip yaşayabilir; ki yaşayan yalnızca KENDİSİ’dir”… diye yorumlayabilir miyiz bu âyeti.

01-01-2000

--------------------------------------------------------------------------------

İnsanların, düşünemeyen türünün perdesidir “İsim”ler…

Düşünemeyen insanlar, “isim”lere takılır ve orada kalır!… İsim ile işaret olunan “Kavram”lar onlar için çok bir şey ifade etmez…

O “ismi”n işaret ettiği anlam ya da kavramı, herkes, kendi kafasında, diğerinden bir başka türlü anladığı için de, hiç ortak bir sonuca varılamaz…

Oysa akıllı adamlar tartışırken, önce “kavram”da mutabakat arar; sonra o kavrama işaret eden çeşitli isimleri bire indirgerler.

Yaşamda, akıllı insanlar için daima önemli olan “kavram”dır, “işlev”dir!…

Eğer, hâlâ isimlerle, lakâp ve ünvanlarla uğraşıp; “kavram” ve “işlev”i değerlendirerek, ona göre sonuca gidemiyorsak; İki sağırın banka diyaloğu devam ediyor demektir.

03-01-2000

--------------------------------------------------------------------------------

Karasabana bağlı beygirin peşinde tarla süren ile; yarış atıyla hipodromda yılın yarışında birinciliğe oynayan jokey!…

Cebinde kum saati ile dolaşanla, kuartz saat kullanan!

Traktör üstünde 20 kilometre hıza çıkınca, kendini dünya yarışçısı sanan garibim ile; dünya çevresinde uzay mekiği ile tur atıp, yeryüzündeki insanın yüzündeki sivilceyi fotoğraflayan adam…

“Demişki”lerin dedikodusuyla gününü tüketirken; kendini âlim, ârif, veli, müceddid, mehdi, peygamber sanan mukallit ile; görür Gözü, işitir Kulağı, söyler Dili olarak tahakkuk eden, sıfat mertebesi mazharı Zât!…

Mukallit…

Muhakkik…

Levvame ya da Mülhimenin buharlaşan sularında can verme savaşında olanlarla; Mardiye Okyanusunda hayat sıfatıyla Hay, İlim sıfatıyla Âlim, Mürid isminin işaretiyle İrade sıfatı mazharı; Kudret sıfatıyla tahakkukta olan; Semi ve Basîr’in mazharı olarak en ince detayına kadar gerçeklere muttali olan zât…

Çöldeki çadırından, kırbasındaki kurtlu suyu, Bağdat’taki “Halife”ye armağan götürmek isteyen mukallit; ve Dicle’nin kıyısındaki sarayında yaşayan “halife”, Muhakkik!.

Ne zaman bilgi dedikodusunu terk edip, “Allah’a firâr edin” çağrısına uyacağız?

06-01-2000

--------------------------------------------------------------------------------

Kur’ân-ı Kerimde “İnna….” lardaki “Biz” lâfzının kaynağı olan “Âlâ-i illîyin”in varlığından bîhaber mukallit, ne bilir “hakikati Muhammedi” ismiyle işaret edilen ve “RUH” isimli melek diye bahsedilen Vahidiyet mertebesinin ne olduğunu!.

Enfüsünden bîhaber; tüm anlatılanları, âfâkta arayan şaşkın!

“TEK”liğin enfüsten ulaşılan bir boyut olduğunu kavrayamayıp; göklerde, uzayda “TEK” arayışına çıkan mukallit!

Tanrı kavramına, “Allah” ismini etiketliyerek, kendini muvahhid sanan; elbette ki, bütün bunlardan habersiz olarak, bu dünyadan geçenlerden olmak üzere yaratılmıştır.

Kesret kavramının kaynağı olan “Tek mutlak RUH”tan meydana gelen tüm melekût âlemi; ve o âlemde meydana gelen müheymin melâike, âlâ-i illîyyîn, ve diğer meleklerin varlığı…

Esmâ mertebesinin zuhuru olarak varlığı meydana gelmiş olan melekût!…

Varlığını melekûttan alan tüm ef’âl mertebesi varlıkları…

Elbette ki, Rasul ve Nebi’lere inzâl yollu gelen ilim, urûç yollu keşfedilenden değerlidir.

İnzâl ile uruç arasındaki fark, Rasûl ile veli arasındaki fark gibidir…

Hak, “tenezzül” eder; kul “urûç” eder!

“Melekûtundan” gâfil olan, “Allah” adıyla işaret edilenden hayli hayli gâfildir… Ömrü, ismi tanrı edinerek tamam olmaktadır!.

07-01-2000

--------------------------------------------------------------------------------

Vakit ayırıp, bu yazıları okumak lûtfunda bulunan tüm dostlarım…

Allah hepimizi, mutlu, huzurlu, sağlıklı ve de sevdiklerimizle bir arada, BAYRAMA erdirsin.

Allah, hepimize, kolay yoldan haddimizi bildirip, hazmını versin; tövbei NÂSUH nasip etsin; bâtınımız olan “Kendisi”ne, yönelmeyi hîbe buyursun; nefslerimizdeki kapısını açsın, âfakta arayanlardan olmaktan kurtarsın… Bunun için de yapmamız gerekenleri bize kolaylaştırsın …

A.H.

NC-USA

08-01-2000

--------------------------------------------------------------------------------

Gördüğüm kadarıyla insanların en çok zevk aldıkları şey, kendi kendilerini aldatmaktır!..

Kendi yaptıklarına, ortaya koyduklarına bakmadan boş hayaller kurup, gerçekleşmeyince de tanrılarını suçlamak, en önde gelen değerlendirmeleridir.

Bir organının zevki için harcadıklarına bak; bir de takdir ettiğin ilim için harcadıklarına bak!…

Acaba kıyasa gelir mi?

Öyle ise yaptıklarına karşılık ne bekliyorsun ki?

İlmine göre ne kadar yaşıyorsun?

Allah, bizi, dünyada boş hayallerle yaşamaktan; ölüm ötesinde de sükûtu hayâllerden korusun!.

Vermeden alamayacağımızı idrak ettirsin!

Ötedeki tanrın için verdiklerine değil; Özündeki Allah’a ermek için yaptıklarına bir bak!…

Allah Rahmetinden umut kesmek yasaktır, mümine!.

11-01-2000

--------------------------------------------------------------------------------

“Kadere imanı” olmayanın, “imanlıyım” dediğindeki “iman”ı, kafasında tahayyül ettiği “tanrısına”dır; “Allah”a değil!.

“Allah” adıyla işaret edilene “iman”, “Kader sistemine iman” ile mümkündür ancak. “AKIL ve İMAN” isimli kitabımızda bu konuda detaylı bilgi vardır.

Yaptığınız yanlışları, kadere bağlıyarak savuşturmaya kalkmanız abesle iştigaldir. Zira, yaptığınızı mazur göstermeye çalışmak, size hiç bir yarar sağlamaz!. Zira, ne gerekçeyle olursa olsun, ortaya koyduğunuz fiilin sonucunu yaşayacaksınız!.

Sistemde mazerete yer yoktur; gerçeğini idrak edemediyseniz; Kaderin arkasına sığınmanın size bir yarar sağlamayacağını da fark edemezsiniz.

Herkes ne için yaratılmışsa, kendisine kolaylaştırılanı başaracak ve ancak da bunun sonuçlarını yaşayacaktır.

Kolaylaşanlarına bak; geleceğini görmeye çalış!.

12-01-2000

--------------------------------------------------------------------------------

“(sonucu hakkında) hiçbir bilginiz olmayan şeyi söylüyorsunuz!.. ve de bunu basit sanıyorsunuz... Halbuki o (söylediğiniz söz) ALLAH İNDİNDE pek azametlidir..."

"ey iman edenler niçin yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz?"

Kur’ânı-ı Kerîmden, “Allah”a iman etmiş insanlarla, “tanrı”ya inanan ve tanrılarının kendilerini koruyacağını sanan kişiler arasındaki farkı belirleyen iki âyettir bunlar …

Ciddiyetsiz ve tefekkür sorunu olan insanlar, düşünmeden, organlarının o anki çıkarları neyi gerektiriyorsa, o çıkarları doğrultusunda konuşur, sözler verirler!.. Ta ki amaçlarına ulaşsınlar!. Bu davranışları da, “ALLAH” adıyla işaret edileni kavrayamadıkları için oluşur!. O’nun yarattığı sistem ve düzeni anlamadıkları için; bu aldatmacalı davranışlarının sonucunda, başlarına neler geleceğini idrak edemezler!. Bu yüzden de, zevkleri veya çıkarları uğruna insanlara gerçekleştirmeyecekleri vaadlerde bulunurlar. Bunun, “imansız” bir şekilde ölümlerine yol açabileceğini düşünüp, fark edemezler!. Kafalarında tahayyül ettikleri ilkel tanrılarına göre bir yaşam biçimidir bu onlarda.

Ey iman edenler tutamayacağınız sözü niçin verirsiniz?

“Allah” adıyla işaret edilene iman edenler ise, bin düşünür bir söylerler. Vaad ettiklerini son noktasına kadar gerçekleştirirler!. Yapamayacakları şeyi söylemez ve vaad etmezler. Eğer bunu yaparlarsa, bilirler ki, içinde yaşadıkları sistem ve düzende bunun misliyle karşılığını alacaklardır.

“ALLAH”a iman etmişlerden olarak ölümü tadıp yolunuza devam etmek istiyorsanız, geçmişteki bu tür yaptıklarınıza tövbe ediniz; bundan sonra, insanları, o anki çıkarlarınız veya geçici dünya menfaatleri için yapmayacağınız şeyleri söyleyerek aldatmayınız; tutamayacağınız sözleri vermeyiniz. Aksi takdirde altından kalkamayacağınız vebâli sırtlanmış olursunuz!.

15-01-2000

--------------------------------------------------------------------------------

Bak dostum, dünyadaki ömrün tümüyle cennet olsa bundan sonra, -ki mümkün değil-; ne kadar daha yaşayacaksın?

Ebedi huzur ve saadete yüz çevirmene değer mi, bir kısım davranışların?

Ya, Allah’tan yüz çevirmene; özündeki Allah’tan tard olmana sebep olacak davranışlarda ısrarının nedeni ne?

Özündeki ALLAH”a mı imanın yok?

Yaptıklarının, seni ebedi huzur ortamına götürmesi konusunda mı şüphen var?

Yoksa, sisteme, sadece yaptıklarının sonuçlarına ulaşabileceğine mi yeterince imanın yok?

Yoksa, sana tebliğ edilenlere mi inanmıyorsun?

Lutfen otur, al başını iki elinin arasına; eğlenmeyi biraz bir yana koyup, beynini çalıştır!…

İnandığın ne, inanmadığın ne?… Bu inançla, ilmine göre nereye gidersin?

Yaptıkların sonucunda eline geçenler, değer mi gelecekte yitireceklerine?

“Yarın” rüya olacak, “dün” uğruna, ebedi yaşamının cehennem olmasını kabullenene ne denilir ki?

Hesaptan evvel hesap ver nefsine!… Sana, hesap görücü olarak vicdanın umarım yeter!.

Duygularını sen terkedemezsen; bil ki, imanın seni terkedecek bu gidişle!.

17-01-2000

--------------------------------------------------------------------------------

Şehâdet ederim ki Tanrı yoktur

Yalnızca ALLAH vardır...

Şehâhet ederim ki kesinlikle

MUHAMMED MUSTAFA Aleyhisselâm

Abdullah, Rasûlullah ve Hatemennebiyyin’dir!

O'nu seven, Allah'ı sevmiş olur!.

O'na şükreden,Allah'a şükretmiş olur!.

O'ndan yüz çeviren , Allah'tan yüz çevirmiş olur!.

O, ALLAH Hüviyetinin ABD’ı ve RASÛLÜ’dür!...Görene, fark edene, anlayabilene!...

Allah’ın Ahadiyetine iman etmek ve Muhammed Mustafa’nın “ABDU-HÛ” ve “RASÛLU-HÛ” oluşunu itiraf etmekten daha şerefli bir idrâk olamaz...

Ben MUHAMMEDÎ’yim!...

Ahmed Hulûsi

21-01-2000

--------------------------------------------------------------------------------

Herkes, birbirine ve her şeye bakar; fakat, kimse, bir diğeriyle aynı şeyi görmez!.

Herkes, aynı şeye bakar; fakat, aynı şeyi, mutlaka farklı görüp değerlendirir…

Herkes, her şeyi, dışarıda değil, hayâlinde görür; ve değerlendirmesini de, kendi veri tabanına göre yapar!.

Herkes, farklı şeyleri olduğu gibi, aynı şeyi dahi, ayrı zamanlarda, aynı şekilde değil, farklı şekilde algılayıp değerlendirir…

Hiç kimse, aynı şeyi, iki defa görmez ve iki defa aynı şekilde algılayamaz.

Herkes, her şeyi, kendi veri tabanına göre değerlendirdiği için de, her şey, değerini değerlendireninden alır!.

Herkes, kendi cehenneminde, ya da kendi cennetinde yaşar!.

Tanrısından kurtulanın yaşamı ise, “ALLAH” adıyla işaret edilenin “HİÇ”lik mertebesidir!…

«ALLAH» adıyla işaret edilen, “Bâkî”dir; uyarısını değerlendirenler, fâni düşünemeyecekleri gibi; “Allah” ahlâkıyla ahlâklanmış olanlar da, âlemlerin, Hayâl çekirdeğinden oluşmuş bir dev ağaç olduğunun seyri içindedir.

Her an, her zerrede, yeni bir “şe`n”de olandır, “HU”; ve dahi bundan münezzehtir; ise, bunun sonuçları ne olabilir ve getirisi dahi neler olabilir?

Ya birilerinin dedikodusuyla ömür tüketenlerin yeri?

22-01-2000

--------------------------------------------------------------------------------

A L L A H R A S U L Ü' N E İ M A N

AHMED BAKİ

Yeryüzünde akıllı insana bahşedilmiş en büyük nimet, doğruluğunu aklettiği “hakikate olan İMAN”ıdır…

"Akıl", bilinene erdiren yeti iken; "İMAN", akılla bilinemeyene ermenin yegâne çaresidir…

İnanmayan, inanmadığının ne olduğunu asla bilemez ve göremez!

Bugün, görebildiğimiz kadarıyla, Asya’dan, Afrika’ya, kutuplardan, Amerika’ya kadar, dünya üzerinde yaşayan insan ırkının büyük çoğunluğu kelimenin tam anlamıyla, bir "Yaradan” kavramına sahip değildir!

"Tek tanrılı” diye bilinen dinlerin mensupları dışındaki halkın çoğunluğu için her şey, görünen dünya ve onun dışında görünmeyen varlıklardan ibarettir… Ve o yeryüzü işlerini yöneten görünmeyene işaret eden çeşitli kutsal varlıklar vardır, yeryüzünde!

Örneğin, eğer bir Asyalı, size, tanrıyı gördüğünü söylerse, şaşırmayın! Maddî dünyada herkesçe görülenin ötesinde bir varlık görmüş olması muhtemeldir… Madde olmayan bu varlıklar İslâm terminolojisinde “cin" ismi ile bilinir…

Dolayısıyla “tanrı” kelimesi ile karşılaştığınızda, kastedilenin, o kavramın gerisinde kendi bildiğiniz mananın dışında başka bir şey olabileceği gerçeğini de hesaba katmak gerekir…

Devamını okumak için klikleyin..

www.ahmedbaki.com

24-01-2000

--------------------------------------------------------------------------------

Kimileri eleştirir; kimileri eleştirilir!.

İş yapanlar eleştirilir… Eser ortaya koyamayanlar da, eser bırakanları eleştirir!.

Kimileri eser verir… Kimileri de, onları eleştirerek pâye almaya çalışır!.

Basit insanlar, birbirlerinin dedikodusuyla ömür tüketirken; gelişmiş beyinler, düşünen insanlara yararlı olduğunu umdukları fikirler bırakmaya çalışır!.

Herkes ummadığı günde boyut değiştirecektir. Yalnız başına kalacaktır kabrinde!…

Aklı olan putlarını terk edip o güne hazırlanır. Aklı olmayan ise, dedikoduyla, başkalarını eleştirmeyle günlerini tüketen putlarla ömrünü heba eder.

Nîce kendini müslüman sanan insansı imansız gitti öteye!

Ne mutlu eser bırakabilene…

Yazık, hem kendisini hem de çevresindeki safları aldatanlara!

26-01-2000

--------------------------------------------------------------------------------

Bir ahmak yoldaşın olmuşsa, ve ayrılamıyorsan…

Kaderini yaşayacaksın; çünkü onları yaşaman takdir edilmiş; demektir!.

Cehennem içinden ateşlenir!.

Cehennem dışından sarar…

Cehenneme imanla girene, cehennem:

-Ey imanlı, nurun ateşimi söndürüyor; çabuk geç git!… dermiş…

Cehennem ateşini söndürecek tek nur, Kadere ve Takdir edene imandır.

27-01-2000

--------------------------------------------------------------------------------

“Kader”e iman niçin çok ehemmiyet arzetmektedir ve “Takdire iman”dan amaç nedir?

Bu konu iki yönden çok önemlidir insan için!.

1. Olup biten her olay, tüm evrende hükmünü icra eden TEK tarafından düzenlenmektedir. Boş yere tanrılar yaratıp kafanızda, onlara tapınmayın.

2. Değiştiremeyeceğiniz şeyler olduğunu idrâk edip; onlarla karşılaştığınızda, bu idrâk ile cehenneminizi söndürün!.

Bu gerçeği kavrayamayanların cehennemi, gelecekteki boyutsal yolculuklarında kolay kolay sönmeyecektir

28-01-2000

--------------------------------------------------------------------------------

İnsan, kendisine öğretilenleri ezberleyip, tekrar etmek için yaratılmamıştır!.

İnsan, söylenen kelime ve misâller üzerinde düşünüp; o idrâkın kendisinde yapacağı açılımların gereğini yaşamak için var olmuştur.

“İman” amaç değil “araç”tır!…

“İman”dan murat, iman ettiklerinin ne olduğunu kavrayıp, bunun sonuçlarını yaşamak suretiyle, yaşamında yeni bir düşünsel boyuta geçmektir.

“İman ettim” deyip, orada kalıyorsanız; “iman” ettiklerinizin ne olduğunu, neden ve hangi amaçla bildirildiğini anlamıyor; sonuçlarını günlük yaşamınıza indiremiyorsanız; biliniz ki “iman” etmiş değilsiniz!.

“İman” ve “İslâm”ın getirisini yaşayıp, bunun semerelerini elde edemiyorsanız, kendini bu kelimelerle etiketlemiş herhangi bir yaratıktan farkınız yoktur!.

Kendi muhasebesini ilmine göre yapamayacak ölçüde dünya zevkiyle uyuşmuş vicdanlar, ancak “ölüm” ile ayılacaklardır ki; o zamanda iş işten geçmiş olacaktır!

30-01-2000

--------------------------------------------------------------------------------