“MEKR” ve KALPLERİN KARARMASI

İnsanların, günahları yüzünden, kalpleri kararır, Kur’ânın da işaret ettiği gibi!..

Hiç bir iyilik “ceza”sız kalmaz!.

Hiç bir yanlış da karşılıksız kalmaz!.

Düşünülmemesi gerekeni düşünen de, bu yüzden, bunun karşılığını mutlaka alır sistem gereği!.

Bilincinizdekini (düşüncenizi) açıklasanız da, içinizde saklasanız da onunla Allah sizi hesaba çeker…” (s:2, a:284)

Bu ayetten sonra gelen ayetlerde, bu uyarı iptal olmamış; ancak kişinin elinde olmayandan mesûl olmayacağı belirtilmiştir… Yani, o düşüncenin ilk aklına geldiği andan değil; o düşünceyi devam ettirmeye başlamandan itibaren sorumlusun ve sistem çalışmaya başlar!.

Burada enteresan olan husus şudur:

Kimse, yaptığı yanlıştan dolayı nasıl cezalandırılmış olduğunu pek farketmemektedir!

Zira, yanlış yapan, yaptığı yanlıştan dolayı cezalandığını farketse, ya da etrafındakiler anlasa, bu defa zorunlu inanca kapı açılacaktır!… Oysa, sistem, kimsenin dünya hayatı içinde, kolay kolay yaptığı yanlışların cezasını çektiğini anlamaması üzerine kurulmuştur!. Artık o kişi taklidi din anlayışıyla yaşar ve tüm uğraşısı dünyada bırakıp gideceği şeyler olur!.

Dünyadayken, yaptığının cezasını çekmeye başlama sisteminin adı Kur’ân dilinde “MEKR”dir!.

Kişi, yaptığı yanlıştaki niyetine göre, 40 günden kırk yıla, ya da ömrünün sonuna kadar karşılığını alır ki, buna kalbin kararması denir… Eğer o kişiye iman üzere gitmeme durumuna yol açarsa fiîli, bu defa da kalbi mühürlenmiştir, (anlayışı körelmiştir) denir!.

Anlayışın körelmesi”, genel olarak, basiretin gerçekleri değerlendirememesinin adıdır!.

Burada eğer dikkat edilirse, yasaklanan fiil, “kötü düşünce”dir = ”su-i zan”dır; yani, karşısındakinin hakketmediği şekilde, onun hakkında düşünce sahibi olmaktır!.

Unutulmamalıdır ki, düşünce de beynin bir fiilidir!. Ve kişi, fiîlinden mesuldür, bunun sonucunu kaçınılmaz bir biçimde yaşayacaktır!.

Kötü düşünce” ilk aklına geldiği anda, kişi mes’ûl olmaz; ama onu devam ettirmeye başladığı andan itibaren sistem gereği, özünden gelen bir biçimde beyin kendisini o konuda körleştirmeye, kilitlemeye başlar!..

Birisini suçlamanın karşılığı, Allah takdir ve iradesini inkâr yolundan ilerliyerek, imansızlığa kadar uzanır; ve o kişi bu hâl üzere ölürse, âhırete imansız gider!. “Yuhasibküm BİHİLLAH” hükmünü icrâ etmiştir!.

Kalp kararmasının veya körelmesinin işareti odur ki; kişi bilgi ezberciliği ve taklitle yaşamını sürdürüp; “Allah” adıyla işaret edilenin ahlâkıyla ahlâklanmaktan geri kalır!… Gününü, maddi zevklerle tüketip, taklit fiîllerle kendini tatmin eder!..

Erkekse, günü, yatakla-işi; kadınsa günü, yatakla-mutfak arasında geçer!… Yarın âhırette kendisine hiç bir yarar sağlamıyacak dünya işleriyle ömrünü tüketir!… Hatta dünyası eskisinden daha da mâmur olur; ki bu da “MEKR”in sonucudur!…

Ne varki, o kişi bunu bir türlü değerlendiremez, “Allahtan” lânetlenmiş (uzaklaşmış) olduğunu farkedemez; ve hatta temiz kalpli(!) bir insan olduğu için Allahın kendisini nimetlere boğduğunu sanır!… Söylenir, anlamaz!.. Rahmet üzerine yağar, fakat içine nüfuz edip, tesirini icra etmeden, üzerinde kurur gider!..

Allah” adıyla işaret edileni idrak ve günlük yaşamda, O’nun bakışıyla yaşamak kavramından ne kadar uzak olduğunu; başta “kader” olmak üzere, imana taalluk eden konularda imanının gereğini yaşamaktan uzak olması yüzünden ne kadar yandığını; bunun sonucunun kendisini âhırinde de nasıl bir cehenneme ulaştıracağını idrak bile edemez!.

Bilmiyerek Allah Rasulüne uzatılan dil; kişinin tüm basiretini kör eder!…

Bilinçsizce Allah velisine uzatılan dil, kişinin tüm velâyet nurlarından mahrum kalması sonucunu getirir!…

Bu sonucu da bir başkası ona hazırlamayıp; yalnıca kendi kendisini cezalandırmaktadır sistem gereği!.

* * *

Düşüncenin yanlışlığı, o konuda iman esaslarına ters düşülmesi dolayısıyladır!.

İman esaslarına ters düşen her düşünceyi devam ettirmenin sonucu, kalbin biraz daha kararması demek olarak, hakikatın gereğini yaşayamamayı getirir!. Bu da, kişinin kendisini cezalandırması demektir!.

Kim, ne zaman, ilminin gereğini yaşayamıyorsa, o kendi kendini perdelemeye başlamıştır… Çünkü, asla bulunulan noktada durmak mümkün değildir!.

İnsan daima bulunduğu yerden ilerler bir başka noktaya doğru, düşüncesi istikametinde… Eğer düşüncesi isabetli ise, o yolda ilerler ve açılımları artar… Eğer düşüncesi yanlış ise, o takdirde de hakikattan uzaklaşarak, taklitte kendine karargah kurar!… Taklitte kalmak ise, en büyük cezalanmadır İslâmı kabul eden için…

Mekr”, insanın, taklitte olduğu halde, kendini tahkik ehli olarak zannetmesinin adıdır!.

Eğer bir kişi, iman bilgisiyle yaşıyor; fakat iman esaslarının gerektirdiği şekilde yaşamı ve olayları değerlendiremiyorsa; o kişi “mekr”e uğramışlardandır ki; bundan kurtulması da ancak Allah’a tevbe etmesine bağlıdır!. Karşısındakine “hakkettiğini” vermesine bağlıdır!.

Allah’a tevbe ise, kişinin yanlış düşündüğünü idrak edip, bundan vazgeçmesi hâlinin adıdır!. Yanlışta yürürken de bunu farkedebilmek muhakkak ki, çok güçtür!…

Önemli olan, “mekr”e uğramamaktır!…

Zira uğradıktan sonra, bundan kurtulabilmek fevkalade ender sayıda insana nasip olabilen bir nimettir… Çünkü yanlış yanlışı getirirken, arada doğruyu farkedebilmek, son derece güç bir iştir…

Bunu şöyle de izah edebiliriz…

Beyinde, ilgili konudaki hücreler arasında bir faâliyet vardır; ve bu faâliyet zaman içinde kendi doğrultusunda yayılır ve genişler… Dolayısıyla da yanlış günden güne artar!. İşte bu gelişme ortamında iken, insanın İlahi bir zorlama olmaksızın, düzen değiştirmesi fevkalâde güçtür!…

O sebebledir ki, bizler düşüncelerimize hâkim olmak; ve hangi konu içinde olursak olalım, o konuya Allah gibi bakmak ve değerlendirmek; ya da en azından, iman esasları noktasından o konuyu ele alarak değerlendirmek zorundayız.

Bir insan, iman bilgisini, iman esaslarına imanın gereği gibi yaşam, hâline dönüştürmedikçe, “mekr” belâsından kendisini kurtaramaz!.

Mekr” ateşini söndürecek tek unsur ise iman esalarına göre yaşamı değerlendirmek ve geçmişteki yanlışlarına tevbe edebilmektir.

Tevbenin kabulünün alâmeti ise, kişinin daha önceki yanlışına yol açan davranış ve değerlendirmelerinden arınmasıdır. Bu arınma kendisinde oluşmadığı sürece, o kişinin tevbesi kabul olunmuş değildir… Bu arınma, Kur’ânda “tevbe-i nasûh” olarak anlatılır..

“Mekr”i kesen tek şey kişideki “tevbe-i nasûh”tur!.

Bunun da işareti, kişinin, “Allah Rasulü”nün yolunda yürümeye başlamasıdır…

Ne demektir “Allah Rasulü”nün yolunda yürümek?.

Allah Rasulü”nün yolunda yürümek, onun gibi oturup kalkmak, onun gibi yiyip içmek; onun kullandıklarını kullanıp, kullanmadıklarını kullanmamak değildir!.

“Allah Rasulü”nün yolunda yürümek demek, O Zâtın beşeriyetinin ve yaşadığı devir ve ortamın şartlarının gereklerini taklit değil; Allah Rasullüğünün gereği olarak insanlara verdiği hizmetin, devamı yolunda görev yapmak demektir!. Bu husus çok iyi anlaşıla!.

Allah hepimizi “mekr”e uğrayacak yanlışlardan koruyacak uyanıklık içinde muhafaza eylesin!

Allah Rasulü”nün yolunda hizmet vermeyi bizlere kolaylaştırsın!.

Ahmed Hulûsi
www.sufism-islam.com
28.6.1998

New Jersey