KONU : ARAŞTIRMA

BİLİNÇ,BEYNİN KUKLASI !

NÖROFİZYOLOGLARA GÖRE ATTIĞIMIZ HER ADIMI BEYİN YARIM SANİYE ÖNCE KARARLAŞTIRIYOR .

KARARLARIMIZ , SEÇİMLERİMİZ ÖNCEDEN Mİ BELİRLENİYOR ? BENLİĞİN SIRRINI ÇÖZMEYE ÇALIŞAN NÖROFİZYOLOGLAT BİLİNCİN HERŞEY OLUP BİTTİKTEN SONRA DEVREYE GİRDİĞİNİ KEŞFETTİ :

ÖYLEYSE HEP GEÇMİŞTE YAŞIYORUZ VE BİLİNCİMİZ, YAŞANANLARI YARIN SANİYE SONRA GÖSTEREN BİR "MONİTÖR" GİBİ ....

Sibernetik uzmanı ve bilim kurgu yazarı Stanislav Lem , " Yıldız Güncesi " adlı öykü kitabında bir mucitten söz eder. Bu mucidin evinin altında ki laboratuar da, yavaşça ve sürekli olarak dönen bir varile sayısız kablolarla bağlı 12 adet kutu vardır. Mucit, ziyaretine gelen yeğenine gördüğü mekanik kutuların her birinde bir insanın yaşadığını söyler. " Nasıl olur " diyen şaşkın yeğenine açıklamaya başlar :

" Varil, kutu-insanların kendi dünyalarında algıladığı bilgileri gönderiyor. Zaten algıladığımız dünya, beyinde belirli noktaların hafif bir elektrik akımıyla uyarılması değil midir? Ben senin beyninde gül kokusu için oluşturulan noktayı uyarsam, ortada gül olmadığı halde gül kokusu aldığını sanırsın. Kutularımdaki insanlarda öyle. Dönen varilden onlara kendi dünyaları için gerekli tüm bilgiler ulaşıyor. Her biri ayrı bir kişi; başka insanlarla konuşuyor, dünyasında gökyüzünü görüyor, gerektiğinde acı çekiyor yada aşık olabiliyor. Dünyaları tıpkı bizimki kadar gerçek. İçlerinden biri öğretmen hatta bir papaz bile var... "

Mucidin en sevdiği kutu-insan ise kendi dünyasının delisi. Israrla herkese, kendilerinin yaşamadığını gerçekte birer kutu olduklarını ve birisinin onları var etmek için gerekli algıları gönderdiğini anlatmaya çalışıyor.

KARARI VEREN "BEN" MİYİM ?

İnsanoğlunu diğer türlerden ayıran en önemli özelliği "bilinci". Ancak çok eskilerden beri çözülmeye çalışılan bu sırrı ne filozoflar, ne anatomi bilginleri nede günümüzün nörofizyologları aydınlatabildi. Fransız filozof RENE DESCARTES' in "Düşünüyorum, öyleyse varım" diyerek bilincin ve hür iradenin zaferini ilan ettiği ve ruhu bedenden ayırdığı dönemden 300 yıl sonra benlik araştırmacıları ve nörologlar tersine bulgular elde ediyor. Gelişmiş yöntemlerle beyin üzerinde yapılan deneylerde benliğin sır perdesi aralanmak bir yana, daha da gizemli bulgular ortaya çıkıyor. Bunlardan en çok tartışılanı, Benjamin Libet' in deneyleri. Kaliforniya üniversitesinde nörofizyoloji profesörü olan Libet bilim kurgu yazarı Lem' in öyküsündeki mucit gibi deneklerin beyinlerini küçücük elektrik akımlarıyla uyarıyor. Onlarda beyinlerinde uyarılan bölgeye göre bir melodi veya tanıdık bir ses duyuyor yada "Başlarından geçmiş" bir olayı algılıyorlar. Buraya kadar her şey yolunda çünkü dünyanın güneş etrafında döndüğü nasıl artık gizemli olmaktan çıktıysa tüm düşünce ve algıların kontrol merkezinin de beyin olduğu uzun zamandır biliniyor. Ancak Libet, büyük beynin dış kısmında ( Cortex ) yine bazı noktaları uyararak deneklerde ellerine dokunulduğu algısı yaptığında onlar, bu dokunuşu neredeyse yarım saniye önce hissettiklerini söylüyorlar.

KADER YARIM SANİYE ÖNDE

Bu imkansız gibi görünen olgunun Libet'e göre tek açıklaması şu: "Normalde tüm algılar beyne iletiliyor. Burada bilinç altında değerlendirilip yorumlanırken , ben(lik) hiçbir şeyin farkında değil. Muhayyilemizde canlanan yani farkına varabildiğimiz bilgilerse epeyce uzun bir gecikmeden sonra,cortex'e bilincin konuşlandığı bölgeye gönderiliyor."

Tabii tüm olup bitenlerin,yani kısa süre öncesinde de olsa geçmişte yaşadığımızın farkında olsak insan dünyayı sürekli rüyada gibi algılardı. Hatta muhtemelen bu tutsaklıktan kurtulmaya çalışan her insan en az Alman filozof Martin Heidegger gibi giderek soyutlaşan düşünceler üretmek zorunda kalırdı. Görevlerinde biri bizi bu korkunç çıkmazdan korumak olan beyin bu yüzden zamanı bilincimiz için yeniden düzenler. Yani Libet'e göre benliğe şimdiki zamanı yaşadığı yalanını söyler. Libet deneklerinde beynin dış bölgelerini doğrudan uyardığında bilinç bir dokunuş olduğunu kaydeder, alışık olduğu her zaman ki işlem süresine hesaplar ve sonucunda dokunuşun yarım saniye önce gerçekleştiği kararına varır. Libet'in bundan sonraki deneyleri ise insanın hür iradesine olan inancını yıkacak nitelikte. Araştırmacı, deneklerden parmaklarını hareket ettirmelerini ister. Hareket anını kendileri belirleyeceklerdir. Bu esnada beyinlerindeki faaliyet izlenir. Ve yine içine " kader " gibi rasyonel olamayan kavramları bile sığdırabileceğimiz o neredeyse yarım saniyelik gecikmeye rastlar. Denekler parmaklarını hareket ettirmeye karar verdikleri andan önce , ilgili beyin hücreleri faaliyete geçmiştir.

Bilinç altını hakkını vererek divana yatıran doktor Sigmund Freud bile günlük yaşamın bu derce bilinç dışı geliştiğini akıl edememiştir. Örneğin önünüzde duran kahve fincanından bir yudum almaya karar verdiğinizde, öyle bir kararı " tek başınıza " verdiğinizi sanıyorsunuz. Yada sabahleyin dolaptaki kazaklarınızdan mavi baklava desenli olanını seçerken...

Oysa beyniniz söz konusu kazağı giymeyi düşündüğünüzden saniyenin en az üçte biri kadar önce hangisini seçeceğinize karar vermiş ve gerekli mekanizmaları çoktan çalıştırmaya başlamıştır.

 

CİNAYETİN İŞLENDİĞİ AN

Bu durumda, Dorris Dörrie'nin " ben ve o " filminde kendi aralarında konuşan ve sahiplerine sormadan karar verebilen cinsel organlar gibi, beyinlerinde kendi kafasına göre yaşadığı bir dünyada mı yaşıyoruz ?. Benliğimizin son alınan karaları salt bir tür monitör gibi yansıttığı bir dünya ...

O halde "ben" kimdir ? Deneysel yöntemlerle çalışan bilinç araştırmacı nörofizyologlar bile ortaya çıkan sonuçlar karşısında ister istemez kendilerini felsefi yaklaşımlarının içinde buluyorlar. " Descartes'in yanılgısı " adlı kitapta düşüncelerini toparlayan prof. Antonio Damasio da Libet'in geçmişte yaşadığımız görüşüne katılıyor. Iowa üniversitesinde araştırmalarını sürdüren nörolog, "şimdiki zaman asla mevcut değil. Dünyayı algıladığımız benlik, olayları her zaman geriden takip ediyor. Dolayısıyla var oluş bilinci biçimlendiriyor " diyor. Descartes'in ruh ile bedeni bir birinden ayırarak hata ettiğini savunan " altın beyin ödülü " sahibi Damasio'ya göre ;

"Varım, bu yüzden düşünüyorum"

Peki şimdi bu yeni gerçekler ışığında cinayet işleyenler bile savunmalarında tetiği çeken aslında ben değildim ders ne yapılacak? Yargıç, beyninde zaten alınmış bir kararı uyguladığını gören kişiyi ceza evine gönderdiğinde suçu " geçmişin monitörlüğünü " yapmak olan bilinci fazlasıyla cezalandırmış olmayacak mı? Bir diğer olasılık nörofizyolog ve felsefeci psikiyatr islerden oluşan bir heyetin, sanığın ne derece bilinçli davrandığını değerlendirmek amacıyla o yarım saniyelik süre içinde benlikle bilinç altı arasındaki bağı " ölçmesi ".

Suçluluk derecesi tabii bu ölçümlere göre değerlendirilecek. Buradaki tek sorun, bilinç altı bir kere incelenmeye dolayısıyla yargılanmaya başladığına, yargıcın beyninin bile sanığın kinden çok daha büyük suç unsuru oluşturabileceği. Çünkü bilinç altında işlediğimiz suçları, yaptığımız zinaları yada kötülükleri tahmin etmek bile çok güç...

05/02/1998 AKTÜEL DERGİSİ